Aşağıdakiler, Yukarıdakiler
Aksu Bora

“Ondan beni çok severdiler. Ben onların masasına oturmazdım; ben ayrı...”

2002’de Yoksulluk Halleri (4. Baskı 2019, İletişim Yayınları) ismiyle yayınladığımız saha çalışmasında görüştüğümüz bir kadın, gündeliğe gittiği evde “aileden biri” gibi muamele gördüğünü anlatırken, böyle demişti; “ben ayrı…”. Sınıfın evdeki tezahürünü bu kadar zorlu, bu kadar dallı budaklı bir mesele haline getiren, sınıf ilişkilerini sömürüden ibaretmiş gibi anlayamayacağımızı gözümüze sokan, tam da bu işte. “Onların masasına oturmama” kısmı. “Onlar beni çok severdiler”den sonra bir “ama” gelseydi, ikinci cümleye öyle geçseydik başka bir hikâye olurdu, noktayla ayrılınca başka.

Evdeki sınıfsal karşılaşma, adlı adınca ücretli ev hizmeti, belki de bu zorlu doğası sebebiyle sinemada kendine bu kadar fazla yer bulmuş. “Hizmetçi filmleri”, neredeyse bir alt tür olacak kadar çok sayıda çekilmiş. Hizmetçi/seks, hizmetçi/aşk, hizmetçi/dayanışma, hizmetçi/suç… aman yani! Bahsettiğim çalışmada Necmi Erdoğan şöyle bir tespit yapmıştı: “Ancak, yoksul/mâdunlar, üretim açısından marjinal olsalar da, sembolik olarak merkezî konumdadırlar ve iğrenmenin olduğu kadar ve belki onunla eşzamanlı olarak büyülenmenin de nesnesi olurlar.”(Yok-Sanma: Yoksulluk, Maduniyet ve Fark Yaraları: 65) Fantezinin de.

Geçen yıl vizyona giren ve ödüllere boğulan Parazit filmi, bu türün en yeni ve en popüler örneği. Patronunu öldüren hizmetçi hikâyesi. Güney Kore filmi. Her şeyiyle. Semboller, semboller. “Neoliberal bir film” olduğunu yazmıştı biri, bilemiyorum bir filmin neoliberal olması ne anlama gelir. Ama evet, Parazit, neoliberalizmin ruhunu, sınıfsal farkın yeni ve zorlu tezahürlerini anlatıyor. Aşağıdakilerin her türlü emekçi vakarından, dayanışmadan uzak hayatta kalma mücadelesini, yukarıdakilerin adeta boşlukta asılı varoluşlarını.

Parazit, bir başka “patronunu öldüren hizmetçi” filmini çağırdı seyrederken: 1995 yapımı Chabrol filmi, Seremoni’yi. Park’lardan çok daha sofistike Lelievre’ler, Kim’lerden çok daha bireysel Sophie ve Jeanne.

Birbirinden dağlar kadar farklı bu iki filmin birbirini düşündürmesinin sebebi, cinayeti tetikleyen “yara” fikri sanırım. Chung-Sook o yaşa kadar itilip kakılmanın, sömürülmenin, lağım basan bodrumda yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiş, bunlarla cinayet işlemeden başa çıkabilmiş bir adamken, koku mevzuunda ipler kopuyor. İstediği kadar yıkansın, kıyafet değiştirsin, çıkmayan o yoksulluk kokusunu patronunun bakışında gördüğünde, onu bıçaklıyor. Kokuyu bir metafor, sınıfsal farkın metaforu olarak görenler olmuş. Muhtemelen haklılar. Ama bir yandan da sınıfın kokusu bir metafor olamayacak kadar güçlüdür, bilirsiniz. Ona bakıp (onu duyup) başka bir şey düşünmek mümkün olmaz pek. Oradadır, kendisidir. Kullanılan sabunun, deterjanın, terin, bodrumun, ucuz makarna soslarının (bir de kilot meselesi var tabii ama ona girmeyelim)…

Chabrol’un filminde ise, işini sessizce yapan, odasında televizyon seyreden, herhangi bir şeye itiraz etmeyen, itaatkâr Sophie’yi çileden çıkaran, okuma yazma bilmediğinin açığa çıkması oluyor. Cinayet işleyebileceğine daha fazla ihtimal verdiğimiz Jeanne değil, Sophie başlatıyor ateşi. Patronlardan önce kütüphaneye doğru.

Bu iki film arasında çok fark var tabii (tarih ve coğrafya farkı kadar estetik fark da; kitaplara ateş etmek o kadar Fransız ve insanın üstüne yığılan bütün o semboller o kadar Koreli ki!) Parazit sınıf hikayesi olduğu kadar aile hikayesi de; Seremoni öyle değil. Sınıfsal fark ve yara 1990’lar Avrupasında başka, 2008 krizi sonrası Kore’de başka görünüyor. “Burjuvazinin gizemli çekiciliği”, Lelievre’lerde elle tutulur bir şeyken (bütün o operalar, baba-kız muhabbetleri, Jacqueline Bisset…) Kim’lerin gizeminden ya da çekiciliğinden bahsetmek bayağı zor (aptallık sınırlarında gezen saflık, parayla kurulan dolaysız ilişki…). Belki de bu büyük farklar sebebiyle çileden çıkıp patronunu öldüren hizmetçi hikâyesini derinlemesine düşünme şansı veriyorlar bize ama. Emeğin soyut falan olmadığı bir bağlamda, evde tecrübe edilen sınıfsal farkı derinlemesine düşünmek, neoliberal kapitalizmde yeni olanın ne olduğunu anlamak için iyi bir giriş noktası olabilir. Siz bakmayın değişen pek bir şey olmadığını söyleyip duranlara.