O Kadar Uzun Boylu Değil!
Aksu Bora

Arkadaşım mesaj atmış, “bilmem ki bu akşam sen de bir hoş musun?” diye. İkimiz (ve birkaç başka arkadaşımız) için hatırlamaya değer bir gündü. Ortak tarihimizin bir parçası, bizi biz yapan şeylerden biri. Hatırlatmayı Ajda Pekkan’ın bir şarkısıyla yapabileceğinden emindi, çünkü o da ortak tarihimizdi – bu kez sadece ikimiz (ve birkaç başka arkadaşımız) için değil, bizim kuşaktan pek çok insan için.

Yaşadığımız zamandan çok bunalıp eski 45’liklere, filmlere, şakalara kaçmak, herhalde bizim kuşağa özgü bir şey değildir. Yaşadığın zamandan bunalırsın, her şeyin mümkün olduğunu düşündüğün gençliğini özlersin… Kaçacak yerler hep vardır geçmişte, paylaşılabilen hatıralarda. Sadece kaçıp gittiğimiz bir yer değildir tabii, işte, arkadaşımın yaptığı gibi, çok uzun bir şeyi kısacık anlatmamızı da sağlar. Özel bir dil verir bize. Bir kuşağı kuşak yapan bu değil midir: Ortak hatıralar? Ve tabii, toplumu toplum yapan şey de? Hatıraların içeriği üzerine onca kavga bundan çıkmaz mı? Oldu mu olmadı mı, nasıl oldu, kim yaptı… Sadece büyük harfli Tarih değil, gündelik hayatın tarihi de? Aslına bakarsanız, sıradan insanlar olarak kendi zaviyemizden baktığımızda, “bizi biz yapan” şey, asıl onlardır. Şarkılar, yemekler, masallar, roman kahramanları… Hep güzel değildir tabii, bazen canımızı yakar, iyileşmesi zor yaralar açar, bazen dışarıda bırakıp üşütür. Ama biliriz. Onun bir yerindeyizdir. Sadece tarih değil, coğrafyadır da bu anlamda. Farklı biçimlerde de olsa, onun üzerinden anlarız birbirimizi- bu yüzden, dildir de. Güçlü bir dildir. Sadece sözcüklerle değil, duygu akışlarıyla da taşır anlamları. Reklamcıların gayet farkında oldukları bir şeydir bu. Şuradaki gibi: http://youtu.be/sbodrDbdvL0

İçinden geçtiğimiz zamanların en korkutucu yanlarından biri, ortak hatıralar bırakmayacak oluşu. Bana öyle geliyor ki, politik gündemin hayatın kılcal damarlarına kadar girip hepimizi zehirlemesi, kendinden başka hiçbir şeye yer bırakmaması, buradan sağ çıkmayı başarabilsek bile, çıktığımız yerde birbirimizi tanımakta zorluk çekmemize neden olacak. Hititlerin öbür dünya tasvirlerindeki gibi: “Orada insan çamur yer, anneler çocuklarını, çocuklar babalarını tanımaz…” Çok fazla politika konuşuyoruz diye değil. Aslında enikonu apolitik bir halimiz var bana sorarsanız. Konuştuğumuz her şeyin ucunun şimdilerde “politika” dediğimiz tuhaf “Şey”e çıkması yüzünden. Bir filmden de bahsetseniz, yediğiniz yemekten, gittiğiniz piknikten… aslında sanki hep aynı “Şey”i konuşuyormuşsunuz gibi. Şiirler hep bunun için yazılmış, düşünürler hep bugünleri anlatacak laflar etmişler, kamyon yazıları bile bu yüzden var. Kendi üstüne kapanan tuhaf bir dünya yaratıyor bu. Elbirliğiyle yarattığımız ve hep birlikte sıkıldığımız. Bir sürü şey söyleyip aslında hep aynı “Şey”i tekrarlıyor olmak, bir lanet sanki. Çok sözcük ama pek az anlam. Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek nefret, tek adam… Tektekçi Ferman.

Buradan nasıl bir ortak hafıza çıkar? İş cinayetlerini de Kobane’yi de, sigara yasağını da, “fail” diye infaz edilen dört kişiyi de, Boğaz’da donarak ölen Afganlıları da, Mürşitpınar’a düşen bombayı da… Tek bir büyük “Şey” olarak mı hatırlayacağız mesela? Yani sağ çıkmış olduğumuzu varsayarsak? Mesela, Nuri Bilge Ceylan’ın ödül töreni konuşmasıyla “Gezi mağduru İstanbul Bienali”ni de bu büyük “Şey”in bileşenleri olarak mı düşüneceğiz? Savaşı ve barışı? Cinayeti ve direnişi? Kaçmak için nereye döneceğiz? Uzun bir şeyi kısaca anlatmak için? Kıs kıs gülmek ya da bir anda gözlerimizin dolması için?

Hafıza eğer bizi biz yapan şeyse ve ortak hafızamız bu büyük “Şey”den ibaret olacaksa, buradan sağ çıkamayacağız demektir. Birazcık umut varsa, Amargi’nin Eylül sayısında yaptığımız Vişneli Kamusallık* sohbetinde Hazal Halavut’ın söylediğindedir: “Dünya diye verdikleri şeyin kumaşında bir anda açıverdiğimiz o yırtık, bir şeyin yırtıldığına dair bir duyuşun, sezginin, hissin tecrübesi gibi geliyor bana. Bir şey oluyor anda. Ne olduğunu bilmiyoruz. Ama bir şey olduğunu biliyoruz. Kendi olma özgürlüğü, kendine bir dünya kurabilme özgürlüğü, o yırtılma sesinin peşinden gidebilme iradesi de sanki. Anı zamana taşımak. Kamusalın, politikanın kabı ya da örtüsü, belki kumaşı olarak birlikte açtığımız o yırtığa yama yapmasına, onu kapamasına izin vermemek.

*Sohbeti şuradan okuyabilirsiniz: http://www.amargidergi.com/yeni/?p=1039