AKP'nin "Çocuk Davası"
Cem Mert Dallı

Doğu cephesi komutanı olduğu yıllarda bölgedeki yetim çocukları toplayıp Gürbüzler Ordusu’nu kuran Kazım Karabekir, dönemi anlattığı anılarına yazdığı önsözde çocuklara neden büyük önem atfettiğini şu sözlerle açıklar: “Çocuk Davası’nı her davanın üstünde tutmak, her derdimizin dermanını çocuktan başlayarak aramak, aziz milletimizin mutlu yarınlarını şimdiden garantiye almak demektir.[1] Bakımsız çocukların milli bir tehlike olduğundan, buna rağmen fakir de olsa ailelerin mümkün olduğunca çok çocuk yapması gerektiğinden, zira nasıl bakılacağını hesap etmenin devlete düştüğünden bahsederek devam eder.

Şimdilerde Yeni Türkiye de derdine dermanı aynı yerde arıyor; Erdoğan’ın dindar nesil ülküsüne hizmet eden gençlik ve eğitim politikaları yarınları şimdiden garantiye almayı amaçlıyor. Erdoğan, bu uygulamalara karşı çıkanlar için yeni bir milli tehlike yaratıp gözlerini korkutmayı da ihmal etmiyor:               

“Bu gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz? Siz bu gençliğin büyüklerine isyankar bir nesil mi olmasını istiyorsunuz? Siz, bu gençliğin milli, manevi değerlerinden kopuk, hiçbir istikameti, meselesi olmayan bir nesil mi olmasını istiyorsunuz?”[2]

Uzun vadede iktidarın siyasi çizgisini benimsemiş bir kuşak yaratma çabası, başta eğitimde olmak üzere çocuk ve gençlik politikalarındaki ayrımcı politikalarla yüzleşmek yerine hakim milliyetçi ve Sünni İslam merkezli eğilimi güçlendirirken, çocukları siyasi ve ekonomik manevralar için birer araç olarak gören geleneği de sürdürüyor. Yeni çocuk davası, kendi başına bir birey olarak çocuğa değer atfetmekten ve yeni kuşaklara kendini gerçekleştirmeye dair ümit aşılamaktan dahi imtina ediyor. Popüler tabirle, çocuklar söz konusu olduğunda devlet, çocuğun kendisine değil icraata bakıyor bir bakıma, çocuğun ne icra edebileceğini düşünüyor öncelikle. 

Yeni kuşakların toplumu dönüştürmedeki potansiyel gücünü hesaba katan her meşrepten siyaset için gençler, dün olduğu gibi bugün de toplumu kontrol etme ve yönlendirmek için etkili bir araç. İktidara seleflerinden miras kalan bu anlayış, tıpkı Karabekir örneğinde olduğu gibi gençlerdeki “kontrolsüz” gücü kendine tehdit olarak görürken, bu yenileyici potansiyeli pasifleştirip içini boşaltıyor. Potansiyel gücü bir biçimde kendine devşirip araçlaştırmanın yolunu aramayı da ihmal edilmiyor iktidar, hedefe doğru giden kutlu yolda gençlerle birlikte gücüne güç katıyor. Zira yolunu sultan Alparslan’ın yolu belleyen Erdoğan da “dindar nesil”e hitap ederken “açtığı yolu, gösterdiği hedefe” işaret etmeden geçmemişti: “Rabbim lütfederse bizler 2023'ü, inşallah sizler de 2071'i inşa edeceksiniz”

Yeni Türkiye, çocuklar ve gençlere demokratik ve çoğulcu değerleri aktaracak politikalar üretmek yerine gençleri bir davanın neferi kılan, askeri nizamın sivilleşmiş güç pratiklerini sürdürüyor.  2011’de YGS sınavındaki şifre skandalını protesto eden gençler için Erdoğan’ın dilinden dökülenler, gençlerin halen bir ordu gibi görüldüğünün iyi bir örneğiydi: “Taksim’de iki bin genci yürütmek problem değil. Biz de kalkarız onların karşısına 10 bin genci koyarız”.[3] Cemaat-AKP geriliminin dersaneler üzerinden zirveye ulaşması da aynı bakımdan manidardı.

Gezi isyanı sonrasında da, Erdoğan toplumu ikiye bölerken bizim gençliğimiz-onların gençliği ayrımı üzerine oynamış ve Yeni Türkiye’nin özlem duyduğu gençliği tarif etmişti. Potansiyel tehdit olarak görülen "kontrolsüz" gençler, Gezi olaylarını başlattıklarında AKP’ye yönelik bir tehdit olarak algılandılar. İktidarın dilinde gençler gayrinizami bir ordu gibi tanımlandı adeta, Erdoğan'ın 30 Ağustos’ta ilkokul müsamerelerinde barbar düşman askerinin yenildiği temsilleri aratmayan konuşması da buna iyi bir örnekti:

“Allah’a hamdolsun şehitlerinin izinden yürüyen bir gençlik var bugün. Tarihten ilham alarak geleceğe özgüvenle bakan bir gençlik var. Bu gençlik elinde taşla sapanla molotofla değil, kitapla kalemle zihninle fikirle yüreğinde cesaretle yürüyen bir gençlik. Bu gençlik terör örgütlerine vagon olan karanlık güçlere piyon olan değil Alpaslan’ın Kazım Karabekir’in Mehmet Akif’in izinden yürüyen bir gençlik. Bu gençlik yakan, yıkan, hakaret eden, vandal, barbar bir gençlik değil.

Bu gençlik edebi, ahlakı bilen vatanı için okuyan şehitlerimizden ilham alan bir gençlik. Biz teneke çalan bir gençlik aramıyoruz. Biz tencere tavacı bir gençlik aramıyoruz. Biz okuyacak düşünecek ve Türkiye’nin istikbaline taş koyacak duvarlarımızı örecek Türkiye’yi yeniden inşa etmede ter dökecek bir gençlik arıyoruz. İşte o gençlik burada.”[4]

Sonuç olarak AKP iktidarı, gençleri de ayrıştırma ve kutuplaştırma siyasetinin bir parçası haline getirirken, kendi ideal gençlik tanımı çerçevesinde çoğulculuğu dışlayan bir “çocuk ve gençlik davası” tanımlıyor. Mevcut içeriğiyle bu dava, iktidarın defalarca ilan edilen demokratikleşme ve açılım süreçlerini daimileştirecek, siyasal ve toplumsal kültüre içkin bir demokratikleşme ve barış tahayyülüne dayanmıyor. Bilakis iktidar kendi muhafazakâr projesinin dışında kalan genç nesilleri dar bir “çocuk ve gençlik” tasavvuruna hapsetmeye çalışıyor. 

Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Berkin Elvan ve Yasin Börü’yü terör konsepti üzerinden bir ayrım yaparak anması da, bu ayrıştırıcı çocuk ve genç politikasının son halkası oldu. Berkin Elvan ve Yasin Börü, can değerinden bihaber politik zihniyetler için kurban edilmiş ilk çocuklar değillerse de, Yeni Türkiye’nin özenle tanımladığı iyi-kötü ölüler listesine dahil edilen ilk çocuklar oldular. Böyle bir utanç paydasında çocukları araçsallaştırmaktan kaçınmayan Yeni Türkiye, –burada hakkını verelim– eskisinin dahi yapamadığını başarmış oldu.

 


[1] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız 1, s.7, Emre Yayınları, 1995

[2] http://www.ntvmsnbc.com/id/25319805

[3] http://www.milliyet.com.tr/istesek-10-bin-genci-yuruturuz/siyaset/haberdetayarsiv/19.04.2011/1379450/default.htm

[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24618779.asp