Oğlum, kızım neden bu toprakları bırakıp gidiyorsunuz?
Pınar Öğünç

Sıkça önümüze düşen bir reklam var. Tarlalarda geziyoruz. Gün batımlarıyla şafak vakitlerinin ışık eğrilerinde ağaçlar daha güzel görünüyor; toprağa dokunmuşsunuz gibi oluyorsunuz. İyi çekilmiş. (http://www.youtube.com/watch?v=mGHGvtpRN7A)

Bir kadın o toprağa gelin geldiğini, iki can sırt sırta verip bugünleri görebildiklerini anlatıyor. Anne o topraklarda oynamış, gülmüş ağlamış oğluna ve kızına sesleniyor. (Neden 20’lerinde gibi hissettiren bir kadın sesi seçildiğini asla anlamasak da.) “Oğlum, kızım bu toprakları bırakıp gitmeyin” diyor sonra. Zeki Müren “Gitme sana muhtacım”la girmezden az evvel. Sosyal medya etiketi olarak Senbırakıpgitmediye çıkıyor karşımıza.

Bu, bir bankanın “aile çiftçiliği” başlıklı kredisinin reklamı. Aynı zamanda kamu spotunu da andırması sadece devletin tarım politikasıyla aynı çizgiye oturmasından dolayı değil. Tarımı da aşan bir bütünlük söz konusu. Hükümetin genel olarak meseleleri ekonomi politikten soyutlayarak kültürelleştirmesinin, gelenek sosuyla tartışılmaz hale getirmesinin güzel bir numunesi. O yüzden yakından bakılmayı hak ediyor zaten. Finans sektörünün tarım kredilerini çeşitlendirmesi 2000’lerin ortalarından başlıyor yoksa.

O gençler nerede olabilir?

Bankanın seçtiği anne figürü, “Gitme sana muhtacım” temasıyla çocuklarına çağrıda bulunuyor. Gençler, bakın şimdiye kadar bizi doyuran toprak burada, bu kıymeti hor görmeyin, diyor sanki. Aile çiftliklerinin temel sorununu genç kuşakların vefasına, sadakatine indirgeyişiyle, genel politikaya denk biçimde neden aslında aile çiftçiliğinin, genel manada tarımın açmazda olduğunu görünmezleştiriyor. Şuradan başlanabilir örneğin. Aileleri tarım geliriyle zor ayakta duran o gençler nerede? Talihli olanlar göçtükleri kentlerde köyden gelecek erişte, tarhana dolu deterjan kolilerini dört gözle bekleyerek hem güvencesiz, geçici işlerde çalışıyor, hem de okuyordur. Daha yüksek ihtimalle yakındaki bir fabrikada taşeron işçidir, her an “sağlıklı ve güvenli günler” dilekleriyle işten atıldığına dair SMS alabileceği bir madende ölmemeye çalışıyordur belki.

Bazı hakikatler var. Örneğin tarım nüfusunun yaşlanması ve bunun üretime yansıyışı tüm dünyada sorun kabilinden ele alınıyor. Fakat Türkiye gibi ülkelerde bu, temel bir yaşlanan nüfus meselesinden ya da genç kuşağın tercihi olarak toplumsal bir eğilim tartışmasından değil, doğrudan tarım ve hayvancılık politikalarından kaynaklanıyor. Kısaca tarımın aşama aşama bitirilmesinden, hele aile esaslı çiftçiliğin neoliberal küreselleşme esasıyla yeniden yapılandırılan vahşi âlemde neredeyse hiç şansı kalmamasından. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün 2014’ü aile çiftçiliğini hatırlamaya ayırması da bundan.

“Şeftaliyi satan bilir oy oy”

Geçen hafta içinde Antalya Ticaret Borsası, Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden hareketle, 2004-2013 arasında Türkiye'nin kaybettiği tarım arazilerine dair rakamlar açıkladı. 27 milyon 825 bin 64 dekar gerçeği anlatmaya yetmeyen bir birimse, 2 milyon 573 bin futbol sahası büyüklüğü vahameti daha iyi gösterebilir.

Bakanlığın “Gelin tarım arazilerimizi birlikte koruyalım” temalı tahammülfersa kamu spotlarının anlatamadığı bir rakam bu. O mısır tarlalarından aniden yükselen TOKİ’lerin izinlerini kim vermiş? Enerji, madencilik ve bilimum yatırıma engel teşkil etmesin diye Resmi Gazete’yi kim acele kamulaştırmalarla doldurmuş? İşe gelince topu “özel sektöre” atıp zeytinciliği bitirecek düzenlemeler hangi torbalara sıkıştırılmış?

Şehri, köyü, merayı yeniden tanımlayan yasalarla şirket değilseniz hayvancılık yapamaz hale gelmeyi çiftçi aileler mi istemiş? Tohumundan gübresine piyasaya bağımlı hale geldiklerinden bir mevsim işler kötü gittiğinde ya bankalara ya aracılara borçları keyiflerinden mi yığmışlar? Verilen desteklerin “para dağıtma” şeklinde kısa vadeli, ürün perspektifinden yoksun oluşundan onlar mı mesul? En azından yeşil kart alabilsinler diye üç beş hayvanı da bile isteye mi elden çıkarmışlar?

Tabii bu hisli reklamın bir dayanağı daha var. Bu yıl değişen Miras Yasası’na göre tarım arazileri için “tek mirasçı” sistemi öngürülüyor. Amaç tarımın devamını sağlamaksa da bir yıl içinde şirketleşemeyen, anlaşamayan mirasçılar mahkemelik olduklarında iş arazinin toptan satışı kararına kadar gidebiliyor. Yani “kardeşlerin” dönüp şirket olması ya da bir kardeşin diğerlerinin hakkını satın alabilmek için bir bankadan kredi istemesi gerek. Arazilerin belli bir ölçeğin altına parçalanmaması mühim görünse de, sadece bu şirketleşmenin bile aile çiftçiliğinin akıbeti için sorun olduğu dile getiriliyor.

Bu arada “Gitme sana muhtacım” yerine, Zeki Müren’in oynadığı “Bahçevan” filminin, aynı isimli şarkısı daha iyi uyabilirdi. Hem Bülbül Ali’nin İstanbul’daki bostanlarına apartman dikmeye çalışan arsa spekülatörlerine karşı direnişi yüzünden, hem de şarkıda derdini anlatırken aslında üreticiyi kimsenin umursamadığını söylemesinden: Elmayı alan bilir oy oy/Şeftaliyi satan bilir oy oy.