Aman bir tatsızlık çıkmasın da
Metin Solmaz

Türkiye medeni dünyanın o kadar eski bir zamanda hallettiği sorunlarla uğraşıyor ki niyet sahibine hepsinin hazır ve basit çözümleri var. Katliama katliam demenin “ezber bozmak” olarak anıldığı bir yerden bahsediyoruz.

Yarın tutun ki balık kavağa çıktı, izan sahibi, adalet duygusu olan “birileri” geldi başa. Memleketi “sıçratması, zıplatması” an meselesi.

Bugün rüya gibi görünen Türkiye’nin hoplaması, zıplaması, hukuk devleti olması, adaleti bir şekilde tesis etmesi, çevre felaketlerinden dönmeye teşebbüs etmesi bir moral takviyesi olacak elbette. Fakat bu kadar insan şehirlerin iliğine sinmiş bunalmışlıktan mustaripken ancak bir başlangıç olabilecek.

Eskiden Güney kasabalarına yerleşene “birkaç seneye döner” gözüyle bakılır, alay edilirdi. Hakikaten de dönerlerdi. Şimdi giden kalıyor. Hatta kaçan kurtuluyor.

Birbirine stabil bir kuşku ile yaklaşan bu kadar insan nasıl olacak da bir arada bir şeyler yapabilir, yaşayabilir hale gelecek?

Olası bir normalleşmenin, tesis edilecek bir miktar adaletin, demokrasinin hiç kuşkusuz bir faydası olacaktır. Ama demin yakınını kaybetmiş gibi bir suratla yürüyen yığınların ferahlaması onları ne kadar zamanda birbirlerine selam verir hale getirir acaba? Suyun başında tanışma kabiliyetleri var sanırım. Türkiye’de insanların birbiriyle tanışması için olanaklar çok kısıtlıdır. Bütün arkadaşlıklar, evlilikler, flörtler, yarenlikler bir şekilde cebren bir araya gelinebilen ortamın mahsulüdür: İşyeri, okul, askerlik, hapishane, akraba/arkadaş tanıştırması…

Tesadüfi hikayeler çok azdır: “Yahu sen amma Frank Zappa’ya benziyorsun.” “Gel bira içelim.”

Dışarıda karşılaştığınız ve tanımadığınız birisine bir espri yapın bakalım. Kızgın bakmıyorsa şaşkın bakıyordur. Verecek bir cevabı olması neredeyse imkansızdır. Asla söylediğiniz şeyi dinlemez. Altında üstünde ne yattığını, “aslında ne yapmaya çalıştığınızı” bulmaya çalışır. “Bu şimdi bana iyi bir şey mi dedi?” Bu soruya cevabı yoktur. Böyle durumlara alışkın değildir. Yol sormayan, ateş istemeyen, bozuk para sormayan kimse tanımadığı bir insana sadece söylediği şeyi söylüyor olamaz. Ya asılıyordur, ya dalga geçiyordur. Dolandıracak, tarikata yazacak yahut beyin yıkayacak olabilir. Ama asla ağzından çıkan şey değildir söylediği.

Bu memleketin tutucu olmasının, üstelik tutucu olup da neyi tutacağını bilememesinin, sonra bir şekil tuttuğu şeyi “kırk yılda bir tutmuşken” asla bırakamamasının önemli sebeplerinden biri bu tedirginlik olabilir: “Aman aman, bir tatsızlık çıkmasın da!

Bunun kültürel bir durum olduğu kesin. Ama komşularda, Gürcistan’da, İran’da, Yunanistan’da, Bulgaristan’da hatta Suriye’de nasıl oluyor da bu kadar farklı yürüyebiliyor? Nasıl oluyor da Tiflis’te, Tahran’da, (şimdi zavallı) Halep’te, Selanik’te, Varna’da “sıcak bir muhabbete” vesile olabilen bir durum burada tedirgin olma, hatta paniğe kapılma haline dönüşüyor?

Oysa ilk teması hallettikten sonra burada da muhabbetperverlik ve nezaket kurtarır durumda. Yeter ki kurulan cümle tedirgin etmesin. Nihai olarak sorulan yolu bilemediğinde özür dileyenlerin yaşadığı topraklar burası.

Hal zaten böyleyken bir de şehirlerde zaten sürünmekte olan hayatı hepten plastik kapladılar. Şehrin motorlu aracı ve acelesi olan insan sayısı sürekli artarken parkı bahçesi toplanma alanı azalıyor, kaldırımları küçülüyor. İnsanlar içinde hayat olmayan dümdüz betonlara itiliyor: Alın size meydan.

İşin dolaylı sebepleri de var. Örneğin üşütmek fenomeni. Soğuk korkusunun başımıza açtığı işleri bir düşünün. Çocuklar her şeyden önce “üşütür” diye eve kapatılıyor. Bütün ülkede. Okullarda, örneğin Almanyada kışın birbirlerine bulaştırma şansları azalsın diye mümkün olduğu kadar dışarıda tutulurlarken, bizde üşütürler diye hep içerideler. Buyrun işte yan sınıftakilerle, mahalledekilerle, sokaktakilerle tanışmayı zorlaştıracak bir şey daha.

İnsanlar maazallah üşütürüz diye kışın sokakta pek dolanmazlardı zaten. Kendilerini eve kapatmadıkları zamanda daha beterine, AVM’lere kapatır hale geldiler. Hoş yazın da sıcak diye AVM’lere kapanıyorlar ayrı. AVM konusunu hiç deşmeyeyim. İnsanların günlerini AVM’lerde geçirmek için ceplerinde bulunan sebeplerin hepsi pek üzücü.

Velhasıl insanlara soğuktan korkmamayı öğretmenin dahi memleketteki yabanilikten kurtulmada faydalı olacağını düşünüyorum.

Engellileri, kadınları, çocukları ve yaşlıları eve kapatan bir toplumduk hep. Ama iyi kötü sokağa çıkabilmiş yayalara, delilere, dilencilere bir miktar hayat hakkı vardı sokaklarda.

Yayalar eskiden ikinci sınıf vatandaştı, artık konu dışılar: Yaya dediğin otobüsünden, arabasından evine giden yahut alışveriş yapan birisi değilse ipsiz sapsız birisidir.

New York’un, Chicago’nun, Amsterdam’ın, Londra’nın bazı bölgelerinde açıktan taciz şeklinde yürüyen laf atmaların laubaliliğin peşinde değilim elbette. Varsın San Cristobal’de, Kolombo’da olduğu kadar güzel olmasın, ‘kaynamasın’ da insanların muhabbeti. Ama Selanik’in, Varna’nın, Tahran’ın, Tiflis’in sokaklarındaki sıcaklığın, açıklığın, tesadüfi muhabbetlerin ve bunların getirdiği yaratıcılığın, hazırcevaplığın burada da olması çok şeyi değiştirirdi.

Gezi isyanında sokaklarda, parkta yaşadığımız diğer her şeyden önemlisi bence bu sıcaklık, bu muhabbetti.