Belki de bunun adı "eşitofobi"
Pınar Öğünç

Her senenin sonu kendi defterini atıyor önümüze. Bazen hâlâ içinde olmaktan, bazen bir ucu uzakta göründüğünden, senenin hafızada başlayıp bitebilmesi için defteri karıştırmak gerekiyor.

Kadınlar açısından ne yazık ki gelenin gideni arattığı yıllar birbirine bağlanıyor. Sadece Ekim ayına kadar, içlerinde o esnada devlet koruması altında bulunan da yer almak üzere 255 kadın hayatlarındaki erkekler tarafından öldürüldü. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın kadınlara şiddet uygulayan erkeklere dair “Elleri kırılsın” bedduası yeterince caydırıcı olamamıştı.

2014 yılında kadınlara “yapamazsın” denilenlerden müteşekkil listeler hazırlanmış çeşitli yayınlarda. (The Independent’ın listesi: link) Dünyanın dört tarafından, mini etekten kırmızı ruja, maaş artışı talebinden tayta... Kadınlara kahkaha atmamalarını buyuran Bülent Arınç hep üst sıralarda. The Independent’ın en cinsiyetçi siyasetçiler sıralamasında da üçüncü kendisi.

Eşdeğerlik ne ki?

Kadınların Sosyal Güvenlik Sistemi’nde yaşadığı hak kayıplarından ne zaman ve nasıl doğum yapacaklarına dair söz haklarının ellerinden alınışına, malûm tüm mesele “kadının” nasıl algılandığında kilitleniyor. Bir aile unsuru olmaktan gayrı, birey olarak kavranmamış kadın algısıyla söylenen her sözden, yapılan her işten sakâlet akıyor. En temel ama aslında en sığ yerinde saplanıyoruz: Eşitlik. Buradan daha ilerlenecek çok daha derinler olduğu için sığ. Ama buradan girmezsek de bizi hiçbir yere götürmeyecek bir su bu.

Başbakanlığı vaktinden beridir kadın-erkek eşitliğine dair fikrine aşina olduğumuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yıl içinde ettiği “Kadın ancak kadın ile eşit olabilir. Aksi bu işin fıtratına terstir” cümlesi belki tarih ve mekân itibarıyla şaşırtıcı olabilir. Olay 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde ve isminde “kadın” zikredilen bir örgütlenmenin, Kadın ve Demokrasi Derneği’nin düzenlediği Uluslararası Adalet Zirvesi’nde geçiyordu.

“Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları bünyeleri fıtratları farklıdır.”

"İki gün önce kadın ve erkeği eşit konuma getiremezsiniz dedim, eşitlikten ziyade eş değer olmaktır dedim. Kadın ve erkek arasında eşitlik değil eşdeğerlik olması gerekir dedim.”

Bunlar Erdoğan’ın sözleri. Eşitlik ile aynılık arasındaki farktan bihaber ya da işte kasten bu fikri oluşturmaya çalışan bir anlayış. Ayrıca eşit ile eşdeğerde arasında bir fark yok. Ne Türkçesi’nde ne Osmanlıcası’nda. Mütesâvî, mütesâvîyen. Aynı dil ve edebiyatı KADEM gibi  benzeri “Ak” kadın örgütleri de sürdürüyor. Bakıyorsunuz, sorunların dile getirilmesinde eleştirdikleri diğer kadın örgütleriyle birçok noktada kesişiyorlar ama “eşitlik” dememek için nasıl bir inat. Eşit ama bir şey. Bir şey ama tam eşit değil… Uçan Süpürge’den Selen Doğan’ın pazar günü Birgün’de yazdığı “equafobi”den ilhamla “eşitofobi”… Ağza almamak için bu kadar direnildiğine göre, belki de bunun adı eşitofobi.

Türkçe’nin hudutları zorlanıyor, mantık zorlanıyor, feminizm tarihi zorlanıyor, illa ki “eşitlik” demeyelim. Mesela KADEM’in başkanı Sare Aydın Yılmaz, (Star, Eşitlik Üstü Adalet) bu konuda ısrarcı kadın örgütlerini postfeminizm tartışmalarını takip etmemekle eleştiriyor.

“Post-feminizm veya üçüncü dalga kadın hareketi olarak bilinen, kimlik ve farklılık üzerinden seyreden bir anlayış gelişti. Bu anlayış bariz biçimde eşitliğe meydan okudu ve okumaya devam etmektedir. Çünkü eşitlik anlayışında erkek, ideal bir model olarak kabul edilmekte, kadınsa ona benzetilmeye çalışılmaktadır. Post-feminist yaklaşım bu bakımdan ‘benzerlik’ üzerinden eşitlik yerine, ‘farklılık’ üzerinden adalet kavramına ulaşmış durumdadır.”

Sanki söz ettiği Türkiye’deki kadın örgütleri “Yasal liberal haklar çerçevesindeki eşitlik dışında başka hiçbir şeye gerek yok, kafi” diyor, sanki erkekle “aynılık” talep ediyor. Bu arada “Erkeksen öfkeni yen”, “Önce adam ol” da postfeminist mi?

KADEM tektipleştirmeye karşıymış

Farklılıklar demişken… Hükümetin ilk imzacısı olmakla övündüğü, şiddetin eşitsizlikten kaynaklandığını söyleyen İstanbul Sözleşmesi’nin denetim kurulu GREVIO’nun üye seçimine bakalım. Kadına yönelik şiddet üzerine çalışma geçmişi olan 70’in üzerinde bağımsız kadın ve LGBT örgütünün muhtelif bürokratik engelle bu denetim mekanizmasından nasıl dışarıda tutulduğuna… Tam da daha evvel endişe edip yazdığımız gibi dokuz kişilik komitenin bakanlıklar dışında üç STK üyesinin KADEM, AKDER ve KASAD-D olarak tamamen hükümet onaylı oluşuna… KADEM, postfeminizmin sevdiği taraflarını alarak eşitlik talebinin kadınları tektipleştirdiğini iddia ediyordu. Kadınlar için hayati önemdeki İstanbul Sözleşmesi’nin uygulama denetimini yapacaklar bundan daha tektip olabilir miydi acaba?