Bizi Asıl Öldürenler Bizi Koruduğunu İddia Edenler!
Evren Balta

Size bu ülkede kadınlara karşı bir savaş olduğunu gösteren sayısız istatistikten bahsetmeyeceğim. Her saatte kaç kadının tecavüze uğradığını, her dakika kaç kadının ev içi şiddete maruz kaldığını, her gün kaç kadının sokakta, işyerinde tacize uğradığını anlatmayacağım. Gerçek rakamların o sayıların çok üstünde olduğunu biliyoruz.

Size bu memlekette kadın olarak yaşamanın ne demek olduğundan bahsetmeyeceğim. Her gece sokağa çıktığınızda her an arkanıza bakarak yürümenin, her taksiye bindiğinizde telefonunuza sıkı sıkı yapışıp, plakayı aklınızda tutmaya çalışmanın, her toplu taşım aracı ile seyahat ettiğinizde görünmemek için sağa sola saklanmanın ne demek olduğundan bahsetmeyeceğim.  Sokağa çıktığında (veya çıkmadığında) kadınların nasıl bir korku ile yaşamak zorunda kaldığını biliyorsunuz!

***

Özgecan ile aynı yaşlardaydım. Ankara’da daha yeni gelişmeye başlayan Birlik Mahallesi’ne taşınmıştık. İnsansız, ışıksız, karlı bir Ankara günündeydi Birlik Mahallesi. Bir arkadaşımla Kırkkonaklar dolmuşlarına bindik. Dersimizden çıkmış eve gidiyorduk. Üstelik yalnız değildik, birlikteydik. Son durağa yaklaştıkça herkes birer birer indi, bir şoför ve iki genç kadın kaldık. İnsanlar ve ışıkların azaldığı bir tepede birdenbire durdu şoför. Gideceğimiz yere gelmeden. Gazdan ayağını çekti, kontağı kapattı, ışıklar söndü.

Arkadaşımla birbirimize baktığımızı hatırlıyorum. Konuşamadık. Öylece baktık. Aklından ne geçtiğini ve bize ne yapmak istediğini tahmin etmeye çalışarak. Bir sonraki hareketimizin ne olacağını düşünerek. Kalakaldık. Sonra hangimizin sesi çıktı hatırlamıyorum ama birimiz şoföre ne olduğu sordu. Cevap gelmedi. Sonra birimiz cılız bir sesle “lütfen kapıyı açar mısınız?” dedi. Cevap gelmedi. Öyle durduk. Bize saatler gibi gelen dakikalarca. Bir şey demeye, kımıldamaya, ya da konuşmaya cesaret edemeden.. Sadece durduk.

Sonra şoför koltuğunda oturan kişi karanlık, ıssız ve karla kaplı yola açılan kapımızı bir düğmeye basarak açtı. Birbirimize baktık. Kalktık dolmuştan indik. Issız ve karlı yolda başımıza gelebilecekler için endişelenmeli miyiz yoksa kurtulduğumuz için sevinmeli miyiz diye düşünerek yürüdük.

Aklından geçen tam olarak neydi bilmiyorduk ama aklından geçen bir zulümdü biliyorduk. Aklında geçen neydi bilmiyorduk, ama onun aklından geçip yapmadıklarının on binlerce başka kadının başına geldiğini biliyorduk.

Başımıza bir şey gelmişti ve tıpkı bu memlekette büyüyen her kadın gibi başımıza daha da kötüsünün gelebileceğini biliyorduk. Peki  güvende olmak için ne öneriyordu anneler, babalar, arkadaşlar, siyasiler, erkekler bize? Ne öneriyordu kadınları koruduğunu iddia edenler bize?

***

Bize ne önerdiklerini biliyorsunuz. Kendimizi korumamızı, dikkatli olmamızı...

Mesela karanlık basmadan eve dönmemizi (elveda üniversite, elveda sosyal hayat!), mesela tek başımıza sokakta yürümememizi, dolmuşa binmememizi (elveda seyahat özgürlüğü!), mesela fazla gösterişli kıyafetler giymememizi (elveda kılık kıyafet özgürlüğü!!), mesela bir erkek bize bir şey sorduğunda onu kızdıracak şekilde cevap vermememizi (elveda ifade özgürlüğü!), mesela bir erkek bizi taciz ettiğinde idare ederek atlamamızı (elveda bedensel bütünlük)…

Güvende olmamızın en temel var olma haklarımızdan vazgeçmemiz ile ilişkilendirildiği bir dünyada büyüdük biz. Öyle yetişkin olduk. Öyle anne olduk. Zarar görecek olanın zarar görmemesi için kendini koruması ve temel haklarından “kendi arzusuyla” vazgeçmesine dayanan bir toplumsal sistemde kadın olduk! Yaşamaya devam edebilmek için vazgeçmemiz istendi bizden. Yaşamaya devam edebilmek için vazgeçtiğimiz için, vazgeçtiğimiz şeylerin önemini neredeyse hiç sorgulamadık.

Şimdi aynı şeyi, hem de en beter haliyle yaşamıyor muyuz? Özge Can’ın ölüm bize başımıza “bu vahşet” gelmesin diye vazgeçtiklerimizi hatırlatmıyor mu?

***

Kadınlara yönelik tehditler arttıkça, cinayetler, tecavüzler, tacizler arttıkça, kadınlardan daha çok vazgeçerek “güvende” olmaları isteniyor.

Dikkatli ol, fazla gülme, sokağa çıkma, çok konuşma, dışarıda kalma, yalnız dolaşma...

Oysa güvenliği kadının davranışlarına bağlamak, güvenliğin kadınların belirli şekillerde davranması sonucu elde edilebileceğini düşünmek kadınların “güvensiz” bir hayat yaşamasının en temel nedeni değil mi?

Güvenliğimizin kendimizi denetleyerek sağlanabileceğini kabul ettiğimizde sokağa çıkan, sokakta yürüyen, arkadaşıyla AVM’ye gidip, hava biraz kararınca eve dönen her kadınının tacizi, tecavüzü hak etmiş, aranan kadınlar haline gelmesine katkıda bulunmuyor muyuz?

Çünkü kadına yönelik şiddet (taciz, tecavüz, dayak vd.) erkeklerin doyurulmamış cinsel ihtiyaçları, bireysel sapkınlıkları ile ilgili değil! Çünkü kadına yönelik şiddet güç ve denetim ile ilgili. Bir erkeğin herhangi bir kadının hayatını istediği gibi düzenleyebileceğine dair yaygın bir inanışın sonucu. Kadın bedeninin denetlenebileceğini, bu denetimin temelde erkeklere ait olması gerektiğini vurgulayan bir toplumsal kültürün ürünü. Kadın bedeninin denetimi üzerine dayanan cinsiyetçi erkek kültürünün bir göstergesi. Bir kadının kendisi gibi olabilmesine, istediği gibi yaşayabilmesi hakkına saldırı.

Tam da bu yüzden taciz, tecavüz ve şiddetin kadın bedeni üzerindeki denetimin arttığı dönemlerde artması tesadüf değil, bilakis norm olan bu. Kadın bedenini ve yaşamını erkeklerin denetleyebileceği varsaydığınız oranda, böyle bir siyasi iklim yarattığınız oranda kadınları erkeklerin her tür tacizi, tecavüzü, ve şiddetine açık hale getiriyorsunuz.

Çünkü siyasal iktidarın kaç çocuk doğuracağımı, ne zaman evleneceğimi, sokakta ne giyeceğimi denetlemesi ile sıradan erkeklerin onlarla ne zaman sevişmek isteyeceğimi denetlemek istemesi arasında çok büyük bir fark yok. İkisi de bana rağmen, benim için, benim bedenim adına karar verme ve bunu uygulama hakkını kendilerinde gören korkunç bir cinsiyetçiliğin dışavurumları!

Hal böyleyken bize diyorlar ki “güvende olmak” için cinsiyetçi kültürün bize emrettiği şekilde davranmanız gerekiyor. Ayakta kalmak, öldürülmeden, tecavüze uğramadan yaşamınızı devam ettirebilmek için “cinsiyetçilikten” başka bir yolunuz yok diyorlar.

Kadınları ürkütücü bir güvensizliğe mahkum eden bu cinsiyetçi toplum, kadınların “güvenliğinin” en büyük garantisiymiş gibi pazarlanıyor, palazlanıyor. Her saldırı, her tecavüz, her taciz, erkek iktidarının kadın bedenini daha fazla kontrol edebilmesi bir denetim aracı haline dönüştürülüyor. Oysa güvenliğimiz diye bize yutturulan bizim gerçek güvensizliğimiz.

Daha fazla kadının öldürülmemesi için o pembe otobüslerini, aile paketlerini,  kadınlara yönelik tavsiyelerini başlarına geçirmeliyiz. Daha fazla kadının öldürülmemesi için bedenimiz hakkında hiç kimsenin, bir daha tek bir sözcük bile söylemesine izin vermemeliyiz..

Bizi  asıl öldürenler, bizi koruduğunu iddia edenler!