Çözüm Süreci ve Beş Sorun Alanı
Cuma Çiçek

Öcalan’ın “silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanı” olarak tanımladığı çağrısının HDP İmralı heyeti tarafından hükümet yetkilileri ile birlikte geçen hafta kamuoyuyla paylaşılmasından sonra çözüm sürecinde yeni bir kırılma noktasına doğru gittiğimiz söylenebilir. Bu yazıda böylesi bir kırılma anını önemli düzeyde etkileme potansiyeli taşıyan temel sorun alanlarının altını çizmek istiyorum.

Karşılıklı güvensizlik

Çözüm sürecindeki en önemli sorun alanlarının başında hiç kuşkusuz taraflar arası karşılıklı güvensizlik geliyor. Uzun yıllar boyunca çatışmış güçlerin birbirine güven duymaması bir yönüyle doğal karşılanması gereken bir durum. Bununla beraber çözüm süreçlerinin esasında bir kırılmayı ifade ettiği, başka bir ifadeyle uzunca bir dönemdir yürünen yoldan bir sapmayı gerektirdiği dikkate alındığında karşılıklı güvenin belli ölçüde tesisi sağlanmadan yol almak mümkün olamayacaktır. Bu noktada, PKK’nin yönetici kadroları içinde önemli bir güvensizlik yaratan Paris suikastları, halk arasında hükümete dönük derin kuşkular yaratan Roboski katliamı gibi vakalarda sağlanacak kimi ilerlemeler ya da bazı sembolik adımlar mevcut güvensizliğin azalmasında etkili olabilir.

Geri çekilme ve silahsızlanma

İkinci ve belki de en önemli çatışma alanını PKK militanlarının sınır dışına çekilmesi ve sonrasında silahsızlanması meselesi oluşturuyor. Hatırlanacağı üzerine 21 Mart 2013 Diyarbakır Newrozunda kamuoyuna duyurulan Öcalan’ın çağrısı üzerine KCK 08 Mayıs 2013 tarihinde militanlarını Türkiye sınırları dışına çekme sürecini başlattı. Dokuz yıllık bir aradan sonra gerçekleşen ikinci geri çekilmeyi, KCK hükümetin gereken adımları atmadığı gerekçesiyle 09 Eylül 2013 tarihinde durdurdu. Görünen o ki konu üzerinde süren çatışmalar ve pazarlıklar sonrasında taraflar yeni bir mutabakata varmış durumda. KCK’nin konuya dair açıklaması sanılanın aksine mevcut çağrının karşılıksız olmadığını gösteriyor: “Hükümetin sorumluluklarını yerine getirmesi durumunda bizlerin de sorumluluklarımızı yerine getireceğimizi belirtiyor ve taahhüt ediyoruz.”

Rojava ve değişen jeopolitik denklem

Üçüncüsü, Rojava Türkiye’deki çözüm sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ve bugün çatışma ve müzakere süreçleri içerisinde oldukça belirleyici bir meseleye dönüşmüştür. Ana-akım Kürt Hareketi Rojava’da Esat rejimi ve Suriye Arap muhalefeti arasında “üçüncü yol” iddiasıyla “demokratik özerklik” inşasına yönelirken, Ankara de facto bir Kürt yönetimine izin vermeyeceğini çözüm sürecinin başından itibaren defalarca deklere etti. Kobanî direnişinin tüm çıplaklığıyla gösterdiği üzere Kürt Hareketi uzunca bir dönemdir insani, kurumsal, bilgi temelli ve maddi kaynaklarının büyük bir kısmını uzunca bir zamandır Rojava’da Kürtlerin öz-yönetimlerinin inşası için mobilize ediyor. Buna karşın, Türkiye’nin Suriye’ye dönük politikaları ve uygulamaları incelendiğinde, AK Parti hükümetinin Kürtlerin Suriye’de yerel iktidarlarını inşa etme girişimlerini engellemek için büyük çabalar sarf ettiği görülüyor. Bu siyaset Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zamanda teyit ettiği üzere devam ediyor: “Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil”.

Müzakere mekanizmaları ve aktörleri

Dördüncüsü, çözüm sürecinde kırılmalara neden olan bir diğer önemli çatışma alanını diyalog ve müzakere sürecinin mekanizmaları ve aktörleri oluşturuyor. İmralı, HDP, Avrupa ve Kandil arasındaki ilişkinin nasıl sağlanacağı; İmralı’ya gidecek heyette hangi isimlerin yer alacağı, hükümetin bu isimlere zaman zaman müdahalesi; görüşmelerin takviminin düzensizliği, belirsizliği ve bazen keyfiliği; akil insanlar heyetleri, bu heyetlerin kimlerden oluşacağı ve rollerinin ne olacağı, hazırlanan raporların kamuoyuyla paylaşılmaması; görüşmelerde üçüncü bir tarafın olup olmayacağı, bu üçüncü tarafın sadece “yerli” aktörleri mi yoksa “uluslararası” aktörleri de kapsayıp kapsamayacağı müzakere mekanizmaları ve aktörleri konusunda akla ilk gelen sorun alanları. Bu sorunlar çözüm sürecinin hangi müzakere mekanizmalarıyla ve hangi aktörlerin katılımıyla yönetilmesi gerektiği konusunda başından itibaren taraflar arasında önemli bir anlaşmazlığın ve çatışmanın olduğunu gösteriyor.

Müzakere gündemi ve reformların kapsamı?

Son olarak, çözüm süreci müzakere mekanizmaları ve aktörleri kadar, müzakere gündemi ve yapılacak reformların kapsamı bağlamında da kırılgan bir temele dayanıyor. Açıktır ki tarafların müzakere gündemleri arasında önemli bir farklılık var. Çözüm süreci üzerinden iki yıldan daha fazla bir zaman geçmesine rağmen kamuoyu tarafların neleri konuştuğunu ve müzakere ettiğini bilmiyor. Bu konuda kafa karıştırıcı bir çok spekülasyonun da olduğu açık. Tarafların yetkililerinin zaman zaman konuya dair yaptıkları çelişkili açıklamalar bu durumu daha da karışık hale getiriyor. Bu durum elbette ki tarafların müzakere gündemlerinin olmadığını göstermiyor. Aksine müzakere gündemlerinin çakışmadığını, bu konuda çok önemli bir çatışmanın olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiye’de Kürt çatışmasının sonlanması ve Kürt meselesinde demokratik, adil bir çözüme doğru yol almamız, yukarıda özetlenen sorun alanlarında ilerleme kat ettiğimiz ölçüde mümkün olacaktır.