Estetik Kıyımı ve İdeoloji
Murat Belge

Bu ölçüde vahşet yenilir yutulur bir şey değil. Ama birileri için hem “yenilir” hem “yutulur” ki, aylardan beri, IŞİD denen bu kalabalık eylemlerine devam edebiliyor. Kendisine yeni militanlar çekebiliyor. Bir çekim merkezi olmaya devam edebiliyor. Bu insanlık, yer yer, ciddi bir şekilde hasta olmalı.

Bir insanı kafese koyup diri diri yakıyorlar ve belli ki bu sahneyi seyretmekten bir zevk alıyorlar.

Bunları yeniden anlatmak gerekmiyor, çünkü zaten bunları yapıyorlar ve yaptıklarını seyrettiriyorlar. Kendileri hakkında dünyanın bilmesini istedikleri şey bu. Evet, anlaması zor ama, müşteri bulmayı da becerebiliyorlar.

Bizim gibilerin yapması gereken, elbette somut mücadelenin yanında, bunun niçin ve nasılını araştırmak. Bu hale nasıl geliyorlar?

Bugün, bu yazıda o sorulara girmek de değil niyetim. Bir “yan konu”ya, “tarihî eserler” karşısında aldıkları tavıra değinmek istiyorum. Bu marifetleri insanlara yaptıkları vahşetin yanında hiç önemli görünmeyebilir ama bence önemli ve bir örüntünün şaşmaz bir parçası.

Adamlar “Selefî” ve bu bakış açısının da Selefilik içinde yeri var. Türbeymiş, şuymuş buymuş, bunlar bu adamlara göre “yok etme” gerekçesi. Bunlar, Kur’an’da tasvirlere ve suretlere karşı alınan tavrın abartılı yorumları sayılabilir. Gazetelerde iş üstünde fotoğraflarını gördüğümüz, Babil, Asur heykellerini parçalayan militanlar put kırıyor, “küfr”ü parçalıyorlar. Bu da onlara, diri diri insan yakmak gibi manevi bir haz veriyor olmalı.

Gelgelelim, bunlar yalnız Selefî anlayışının, yani İslâm’ın bir uzantısının inançları mı? Öyle olsa, Bizans’ta çıkan, Batı’da da daha küçük ölçekte etkili olabilen “ikonoklazm”ı nasıl açıklayacağız? Bu inanç Bizans tarihinde iki kere iktidar olmayı da başardı (741-787 ve 815-842 aralarında). O akımın İslâmiyet’ten etkilendiğini sanmıyorum.

“İkon”, yani “tasvir”, sonuç olarak “sanat”. Bunlar, zenginler dünyasının kavramları ya da nesneleri. Onun için, alttan sürme hareketler, bunlara belirli bir sınıf nefretiyle bakıyor. İkonlar, tasvirler, hayatı süsleyen şeyler; imanınsa süse ihtiyacı yok, iman imandır. Böyle alındığında da, eşitleyici bir şeydir.

Bizdeki Kadızadeliler hareketi de (17. yüzyıl) Selefî karakterindeydi. İlginç soruları vardı bu adamların; örneğin “Kur’an’ı ‘tilâvet’le okumak gerekir mi?” ‘Tilâvet’, yani belirli bir müzikalite. Sorunun cevabı elbet “hayır”dı. Kur’an zaten Kur’an, ‘Allah’ın kelâmı’, ondan kutsal bir şey yok, ‘tilâvet’ kim oluyormuş. Kimin haddine düşmüş Kur’an’ı süslemek?

Afganistan’da Taliban’ın tarihe geçmelerini garantiye alan bir eylemleri Buda heykellerini havaya uçurmalarıydı. Bütün bu Selefiye davranışları içinde anlaşılmayacak yanı yok. Puta tapan bir dinin insanları kandırmak ve hak dininden uzaklaştırmak için yaptığı putlar bunlar. Uçurmazsın da ne yaparsın?

Şimdi de IŞİD elinin altında tuttuğu geniş arazide kırıp döküyor, müze falan tanımıyor. İnsanlığın bu ortak serveti, onların gözünde “put”.

Bir, iki, üç, örnek çok. Yalnız Suudîler’in marifetlerini anlatsak, epey yer tutar. Sonuçta bu olaylar bu insanları “güzellik” kavramıyla da karşı karşıya getiriyor. Adam eline geçirdiği anda Leonardo tablosunu da, Raffaello tablosunu da aynı iştah ve zevkle parçalar.

Yoksulları zenginlere başkaldırmaya çağıran sosyalizmin sicilinde hiç bu tür vandalizm yoktur. Bunlar faşizmin yol arkadaşı olan vahşet türleridir. 1917’de Kışlık Sarayı’na giren Rus proletaryası buradaki zenginliği hayretle seyretmiştir ama bir estetik kıyımına girişmemiştir.