Türk'ün Kürd'ü
Tanıl Bora

Kürtlerin dilleri bozulmuş, asıllarını unutmuş bir Türklük şubesi olduğunu söyleyenlere artık herhalde ancak MHP’nin en dış çeperlerinde rastlanabilir, bazı pörsümüş milliyetçi-muhafazakâr mahfillerde - bir de, ordu içinde.

Türk milliyetçiliği, bir zamandır, Kürtlerin varlığını tanıdığı bir burca girmiş bulunuyor. Peki şimdi onları nereye koyacak? Türk milliyetçiliğinin ideolojik söylemleri içinde Kürtler nasıl ‘anlamlandırılacak’? İki belirgin tutumun billurlaştığını söyleyebiliriz sanırım: birisi Kürt kimliğini tanıyarak karalamak; diğeri Kürtleri muavin millet olarak görmek.

Tanıyarak dışlama tavrı, aslına bakarsanız, Kürt kimliğini yok sayan asimilasyoncu devirde de alttan alta hüküm sürüyordu.  Resmî görüş: “Kürt diye bir şey yoktur, hepsi Türktür”, diyordu fakat bir de esas (“şahsî”) görüşü vardı devletin: Hem hizmete özel evrak, hem sosyal bilgiler, Kürt diye birilerinin pekâlâ varolduğunu ve bunların tehlikeli adamlar olduğunu söylüyordu. Asimilasyon politikasıyla, disimilasyonizm, yani Kürtleri kontrol altında bulundurmaya ve onları dışarıda, kenarda tutmaya dikkat eden fiilî tutum arasında zaten bir çelişki, bir gerilim mevcuttu. (Bu konuyu daha etraflı ele almıştım: link)  

Son on yıldır, resmî ideolojinin sulama alanlarında bu ikinci kutup gitgide ağır basıyor. Cenk Saraçoğlu’nun şehirli orta sınıfın Kürt algısına bakarak “tanıyarak dışlama” kavramıyla tanımladığı tutumun (link), MHP’gil milliyetçiliğe de ulusalcı söyleme de damgasını vurduğunu görebiliyoruz. Kabaca (ki zaten bir inceliği de yoktur) “Kürtler, evet, vardır ve kötüdürler” diye özetleyebileceğimiz bir bakış bu. Kürtleri iç tehdit olarak kodlamayı sürdüren… Devlet bilgisinin sır kâtibi, eski Türk Tarih Kurumu Başkanı MHP milletvekili Yusuf Halaçoğlu, geçenlerde 1915’le ilgili, geçmişle yüzleşmenin “kolay iş olmadığına” dair ikazında, I. Dünya Savaşı'nda Ruslarla iş birliği yapan Kürt aşiretlerinden bahsetmişti ya mesela…

Popüler ulusalcı söylemin ana tedarikçilerinden Yılmaz Özdil, Hürriyet’teyken 29 Temmuz 2010’da “Kürt’ü kimden saklıyorsun” başlıklı bir yazı yazmıştı. İnegöllü gençlerle “Doğu kökenli” minibüsçülerin kavgasını aktaran bir haberde, niye Kürtlerin “Doğu kökenli” diye gizlendiğini soruyordu. Özdil’in “Niye adlı adınca söylemiyorsunuz?” diye omuzlarından sarstığı “gerçek”: maraza çıkaranın, problemin Kürtler olduğu idi. Kötü’nün adını koymalıydık.

Özdil’in 10 Ekim 2014 tarihli “Alavere dalavere Türk Mehmet nöbete” yazısı, bir başka güçlü motifin manifestosuydu: “Artık, bu memlekette Kürtler sahipsiz değildir, Türkler sahipsizdir” diyordu. Ertuğrul Özkök 3 Mart 2015’te Hürriyet’te aynı motifi işledi: “Arkadaş, Kürtlere ne veriyorsan, hangi hakkı, hangi güvenceyi tanıyorsan, aynısını ben de istiyorum”. Sadece “kayırıldıklarını” düşündüğünden değil, “diriliklerinden” ötürü de, Kürtlere dönük bir tür zımnî gıptayı çoğaltan bir söylem bu. Zımnî gıpta dediğiniz, hıncın kapı komşusu. (Birikim’in 274. sayısında bu hissiyata değinmiştim.)

MHP'gil ideoloji, birkaç yıldır, Türk milliyetçiliğinin karalanıp bütün diğer milliyetçiliklerin serbest bırakıldığını söyleyerek, aynı hatta ilerliyor. 24 Mart 2015’te Ortadoğu gazetesinde bir makale, Batman’da eczane açma girişimi tehditle engellenen bir Türk’ün, “Siz İstanbul'da, İzmir'de, Ankara'da iş yapıyorsunuz, size karışan olmuyor” deyince, şu karşılığı aldığını yazıyordu: “Burası bizim, Türkiye ise hepimizin.” - “Öz yurdumuzda garip kaldık” ateşine atılan odunlar…

MHP milletvekili Celal Adan geçende “Türk milliyetçiliğiyle Kürt milliyetçiliğini eşitlemek bir felaket olmuştur” diyordu. Ulusalcılık ve MHPgil Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliğinin etnik milliyetçilik olarak tasnifinde ısrarlıdırlar. Buna göre Türk milliyetçiliği etnik temele dayanmayan, modern, kapsayıcı, bütünleştirici bir milliyetçiliktir, Kürt milliyetçiliği ise yalın yapıldak etniktir. Kabilevî taassuba kapanmıştır, geridir.

Celal Adan, “Türk devletinin kuruluş felsefesinde Kürt ve Türk’ün kardeşlik hukukundan” da söz ediyordu. “Etle tırnak” mecazına devam; ölünün tırnağının uzamaya devam etmesi misali. Devlet felsefesi Türk olduğuna göre, bu hukukta açık ki Kürt, Türk’e tabidir. Bunun da evveliyatı var. 1918’de İttihat ve Terakki’nin “Dr. Friç” müstearıyla yayımladığı Kürdler raporu (link), “Kürt daima Türk’ün idaresinde kalmış ve bu uzun hayat bu iki milleti yekdiğerine karıştırmış” diyordu ezcümle.

Kürtleri Türklerin muavin milleti olarak gören söylem, o kadar açık olmayan, daha güçlü ve incelikli suretine İslâmî-Osmanlı milliyetçiliği söyleminde kavuşuyor. Türk milliyetçiliğinin Kürtleri tasnifinde ikinci strateji de budur.

Bu stratejinin, İslâmı kimliği milliyetçilik-üstü bir evrensel kimlik olarak kurduğunu biliyoruz. Fakat hele içi tıklım tıklım Osmanlı tarihiyle doldurulduğunda, Türk/iye-merkezli bir üst-milliyetçilik olarak işliyor.

Yasin Aktay, 1 Kasım 2014’te Yeni Şafak’taki yazısında, bugünün Kürt gençlerine ısrarla 1914 ve 1925’in belletmek yerine 1071, 1187 ve 1514 yıllarının hatırlatılmasını telkin ediyordu. 1071 Malazgirt’tir, 1187 Kudüs’ün Selahaddin Eyyubî tarafından fethi, 1514 İdris-i Bitlisi’nin Yavuz’u Safevilere (Şiiler, diye ekleyelim) karşı yardıma çağırmasıyla başlayan Çaldıran seferi… Aktay, Selahaddin Eyyubî’nin Kürt kimliğine indirgenmesine karşı çıkarken, şunu yazmıştı: “Kudüs’ü fethetme misyonunu bir kenara bıraktığınızda, hele onu yetiştirmiş olan ve ona bu misyonu yüklemiş olan Türk beyi Nureddin’i ve babası İmaduddin’i yok saydığınızda Selahaddin’den geriye bir şey kalmaz ki.” Yetiştiren, misyonu yükleyen, Türk’tür neticede…

Kürt illerindeki AKP politikası, Türk-Kürt meselesine bakışını işte bu Malazgirt-İdris-i Bitlisî-Selahaddin Eyyubî mitosları üzerine bina ediyor (sadece bir örnek: link). Kürtlere muavinlik veren bu Osmanlı-İslâmî milliyetçilik söylemi, verimli (kârlı, “güçlü”) bir millî simbiyoz vaadediyor.

Pekâlâ “Türk devletinin kuruluş felsefesinde Kürt ve Türk’ün kardeşlik hukuku”yla lehimlenebilecek bir bu perspektif bu. Kürt “canlısı” simbiyoza rıza göstermezse şayet, kardeşlik hukukuna dayanarak mevcutlu getirilecektir!