Kürdistan’ı Kim, Nasıl Yönetecek?
Arzu Yılmaz

Kürtlerin Kürdistan’da iktidarlaşma sürecinin hızlandığı ve yaygınlaştığı şu son yıllarda, Kürdistan’ın nasıl yönetileceği de yeniden bir siyasi rekabet ve çatışma alanı olarak tezahür ediyor. Geçtiğimiz hafta Kürdistan Bölgesel Yönetimi(KBY) Başkanı Mesud Barzani ve PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan arasında yaşanan söz düellosu bunun son örneğiydi.

Kalkan’ın, KBY’yi “merkezi diktatörlük” kurmakla suçladığı açıklaması şöyleydi:

Güney Kürdistan’ı Hewler’den yöneteceğiz, sadece yönetim Hewler’de olacak dememek lazım. Şengal de Kerkük de Germiyan da Duhok da Süleymaniye de kendini yönetmelidir. Böyle olursa Kerkük de Kürdistan’a katılır, 36. paralel güneyi de kendi örgütlülükleriyle, iradeleriyle güney Kürdistan birliğine katılırlar.

Buna karşılık Barzani ise Kalkan’ın sözlerini “İç savaşı tahrik eden ve Kürtler arasında fitne sokmayı amaçlayan açıklamalar” olarak yorumladı. Dahası, “Bu tür girişimler millete ve vatana ihanettir” diyerek, hem Kürdistan halkını uyardı hem de KBY Parlamentosu ve Hükümeti’ni "Vatana ihanet içindeki bu oluşuma karşı uygun tedbirleri” almaya çağırdı.

Brakuji?

Bu tabloya bakınca, insan ister istemez, bugün değilse yarın Kürtler arası bir iç savaş çıkar demekten kendini alamıyor. Zira 1990’larda yaşanan brakuji süreci de benzer bir siyasal iklimin ürünüydü. Sözkonusu tarihlerde Irak Kürdistanı ölçeğinde çıkan iktidar paylaşımı sorunu, bugün Rojava’yı da içine alarak yeniden şekilleniyor.  O zaman iç savaşı sona erdiren uzlaşma, Kürdistan Demokrat Parti’sini (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni (KBY) Kürdistan’ın iki mutlak ve meşru gücü olarak ortaya çıkarmıştı; şimdi ise muhtemel bir uzlaşmanın bu denkleme PKK’yi de dahil etmesi kaçınılmaz görünüyor.

Ancak, bu muhtemel uzlaşmanın yine bir iç savaş ertesi sağlanabileceğini varsaymak bugünün koşullarında gerçekçi değil.  Her şeyden önce, 1990’larda olduğu gibi Kürt ve Kürdistan tahayyülleri yalnızca destekledikleri partilerin ideolojik sınırlarından ibaret bir Kürt kitlesi yok. Bir başka ifadeyle, “İradesini partiye teslim eden” fedailerin sorgusuz sualsiz cepheye sürüleceği günler artık geride kaldı.

Bu bağlamda, Kalkan’ın sözkonusu açıklamasında geçen “Kürtler de bir değiller: Behdinan var, Soran var…Peki, nasıl bir ulusal dilde onu birleştirebilirsin?” argümanının da aslında Kürtlerin içinden geçtiği siyasal mobilizasyon düzleminde karşılığı yok. Kürtler farklı lehçelerde konuşup farklı siyasal yapılar içinde varlıklarını sürdürüyorlar, ama diğer yandan da artık geri dönüşü olamayacak biçimde açığa çıkan ulusal bir bilinç ve bu bilinç etrafında şekillenen ortak bir vatan ve gelecek tasavvuru var. Bu tasavvur çerçevesinde Ortadoğu’da Kürt varlığının doğası kabul edilen çok parçalı yapıya içkin farklılıkların tayin edici rolü  giderek aşınıyor. Kürtler Kürdistan için ödenen ‘bedel’ üzerinden yeni bir özdeşlik kuruyor. Ve bu özdeşleşme dinamiği, öyle görünüyor ki, Kürdistan’ın kim tarafından ve nasıl yönetileceği sorununun yeniden bir silahlı çatışma çıkarmasının önüne geçecek en önemli engel. 

Bölgesel ve Uluslararası Aktörlerin Rolü

Öte yandan, 1990’larda brakuji sürecini besleyen bölgesel ve uluslararası aktörlerin de pozisyonu bugün farklı. Bölgesel aktörler bağlamında, dün olduğu gibi bugün de asıl belirleyici rolü oynayan İran ve Türkiye artık kendi Kürt sorunlarını, deyim yerindeyse, ulusal eşiklerinin ötesine süpürebilecekleri daha geniş bir alana sahip. Üstelik bu alanda mevcut otorite boşluğu derinleştikçe, eşik ötesine süpürülen Kürtlerin dahil olacağı siyasal düzenin tayininde Türkiye ve İran’ın etkinliği artıyor. Bu noktada, iki ülkenin Irak ve Suriye Kürdistanı’nda kurulacak hangi siyasal düzenin kendileri için daha az “tehdit” oluşturacağı konusunda bir mutabakata vardıkları söylenemez. Türkiye ileride kendisine bağlanması muhtemel bir bağımsız Kürdistan’ı, İran ise mevcut sınırları konsolide edecek bir özerk yönetim modelini ehven-i şer görüyor. Ancak, son tahlilde her iki bölgesel aktörün de Kürtler arası bir çatışmadan fayda umması beklenemez. Zira yukarıda vurguladığım ulusal bilincin, bir iç savaş halinde çatışmayı tüm Kürdistan ölçeğine yayması neredeyse kaçınılmaz. Dolayısıyla, hem Türkiye’nin hem İran’ın Kürtlerin “hamiliğine” soyunmayı kendileri için daha güvenli bulacakları açık.

Uluslararası aktörlerin çıkarları da farklı değil. Özellikle, en son ve acil durumda Kürtlerin IŞİD’e karşı mücadelede neredeyse müttefik güçlerden daha etkin olabildiği bir dönemde, Kürtler arası bir çatışmanın hiç de arzulanan bir gelişme olmayacağı belli. Meseleyi yalnızca IŞİD üzerinden okumak da yanlış. Eğer orta ve uzun vadede nihai hedef uluslararası aktörlerin hatalarından kolayca sıyrılabilecekleri bir istikrarın tesisi ise, Kürtlerin bir uzlaşma içinde hareket etmesi göz ardı edilemeyecek bir gereklilik.

Kuran Mustafa Kemal Atatürk, Kurtaran Abdullah Öcalan

Bu durumda, mevcut siyasi rekabet ve çatışma bir iç savaşa dönüşecek olursa, hiç kuşku yok ki, bu kez vebali Kürt siyasi aktörlerinin boynunda olacaktır. Üstelik, hepsinin zaten aşınmış olan Kürt kitlesini yönlendirme kapasite ve yetenekleri telafisi zor bir zarar görecektir. Bu bağlamda, hem KDP’nin bağımsız Kürdistan hedefinin PKK tabanında hem de PKK’nin özerklik hedefinin Irak Kürdistanı tabanında bir karşılığı olduğunu bilmek gerekiyor. Ancak bu aynı anda Kürtlerin bu iki farklı model uğruna birbirileriyle savaşmayı göze alacakları anlamına gelmiyor. Çünkü Kürtler ulusal mücadelelerini artık bir savaş değil, barış projesi olarak kurguluyor. 

Bu bağlamda, Türkiye’de seçim dolayısıyla yeniden gündeme gelen Türkiyelilik tartışmalarına da değinmek, sanırım yerinde olur. Özellikle HDP’nin seçim beyannamesini açıklaması ertesinde, Türkiyelilik projesi acaba Türkiye’nin batısında olduğu gibi Kürdistan’da da coşkuyla karşılandı mı diye sorgulanıyor. Yerinde bir sorgulama olduğu muhakkak. Zira ortaya konulduğu biçimiyle, tıpkı AKP seçim beyannamesinin sayfaları arasından kayıp düşen ve sonradan iliştirilen çözüm süreci misali, Türkiyelilik de Kürt ve Kürdistan sorununa adeta iliştirilmiş gibi duruyor.

Dolayısıyla, Türkiyelilik projesinin Kürdistan’da bir coşku yarattığını iddia etmek zor. Zaten  Türkiyelileşmek aslında Kürtler için tamamlanmış ve içselleştirilmiş bir proje. Bu haliyle Türkiyelilik, Kürtlerin çoktan aştığı ve pratikleştirdiği bir durumun, Türkiye’nin batısına izah edilmesinden ibaret. Eğer anlaşılır ve kabul edilirse ne âlâ, işte o zaman tüm Türkiye’de Kürtler ve Türkler aynı heyecan dalgasında buluşabilir. Bunun göstergesi de hiç kuşkusuz HDP’ye seçim sandıklarında gösterilecek teveccühün niceliği olacaktır.

Günün sonunda, Türkiyelilik projesini en azından Kürtlerin bir bölümünün düşüncelerine tercüman olacak bir biçimde özetleyen Duhok Amerikan Üniversitesi’nden arkadaşım Dr. Bayar Dosky oldu. Bayar’a göre “Eğer HDP barajı geçerse, tarih Türkiye’yi kuran adam olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü, kurtaran adam olarak da Abdullah Öcalan’ı yazacak”.  

Ulusal mücadelelerini bir barış projesi olarak geliştiren Kürtler bu durumda bir çelişki görmüyor. Çünkü Kürdistan’ı kurmak illa Türkiye’nin çökmesi şartına bağlanmıyor. Ama Türkiye’yi de Kürdistan’ı yok sayarak var etme imkânının da ortadan kalktığını artık görmek gerekiyor.

Son tahlilde, görünen o ki, hem Kürtler arası hem de Kürtlerin iç içe yaşadığı diğer halklarla ilişkilerde artık var olanı ret ve savaş yoluyla imha devri kapandı. Bu politikalarda ısrar zamanın ruhuna uymuyor. Bu zamanda eski günleri hatırlatan söylem ve eylem tarzları ise en hafif deyimiyle kitsch kaçıyor.