Biz, Yaparız!
Tanıl Bora

İktidarın bu seçimdeki ana sloganlarından biri bu: “Onlar konuşur AKP yapar.” Cuma Çiçek son yazısında bu sloganın AKP’nin hegemonik kapasitesini kaybetmesinin ikrarı olduğu yorumunu getirdi (link). Artık vaat edeceği bir yenilik yoktu iktidarın, yapmış olduklarının teminatına sığınıyordu.

Bana bu slogan ayrıca zaten evrensel bir sağcılık sloganı ve ezeli bir iktidar sloganı gibi geliyor. Türk sağının “hizmet” kavramı etrafında geliştirdiği deontolojiyi,[1] Özal’ın “iş bitiricilik” ve “icraat” mefhumları etrafında kurduğu mitolojiyi düşünüyorum. Türkiye’ye mahsus da değil. Her nevi sağcılık ve bütün ideolojilerin berisinde iktidar aklı, kendini bu sloganda bulur – ve iyi hisseder: sorgulamadan, tartışmadan, eleştiriden azade, işine bakmak. “İdeolojik” şeyleri bırakalım, iş yapalım… iş yapılsın.

Elbette, konuşup durmak yerine yapmanın sağlam bir geçerliliği var. “Laf değil iş”in gündelik ve popüler itibarını kim sarsabilir? Slogan da gücünü oradan alıyor. İktidara karşı olanlar da elbette yapalım isterler, muhalifin de sadece eleştirmeyip eyleyeni makbuldür. Sinizmdense, ‘iyi’ pragmatizm.[2] Eyvallah. Şüphe yok. Fakat üzerine konuştuğumuz sloganın ruhunda, bu yalın ve açık ilkeyi istismar eden bir fesatlık saklı.

Bir kere, başta da dedik, konuşmayı, tartışmayı, eleştiriyi itibarsızlaştırıyor. Oysa, evet, ayinesi iştir kişinin, lâkin lâfa da bakılır pekâlâ. Recep Tayyip Erdoğan’ın “af edersiniz Ermeni” demesini, buna karşılık Ermeni cemaatine gayet hayırhah davrandığını söyleyerek tevil eden, veya Kürt bahsinde öfkeli konuşmalarıyla milliyetçi kamuoyunu idare ederken aslında Kürtlere bir dizi hak ve fiili imkân tanıdığını ileri süren yorumcuların görmediği veya görmezden geldiği de bu değil mi? Ermenilerden, Kürtlerden nasıl bahsettiğiniz de, onlara “ne” dediğiniz, neyi nasıl söylediğiniz de önemlidir. Söz de eylemdir. Şöyle değil de böyle konuşmak, şunu değil de bunu söylemek de, yapmaktır.

Cuma Çiçek’in hatırlattığı gibi, bu slogan aynı zamanda yapılanın ne işe yaradığını, kimin çıkarına olduğunu da gözden saklamaya yarıyor. “Türk modernleşmesinin” veya “Türk insanı”nın modernleşme telakkisinin de, bu yanılsamaya destek veren bir anlam evreni yok mu? Maddi medeniyete, eşyaya duyulan iştahtan, “araba sevdasından”; herhangi bir inşaatın, nereye ne için ne dikilmiş olursa olsun “hizmet” sayılarak ağaç-dağ-su kültü misali hürmet görmesinden; “çalıyor ama çalışıyor” oportünizminin engin meşruiyetinden söz ediyorum. Liberal-neoliberal faydacılığa pek elverişli bir “gelenek”ten, o geleneğin ‘yaptığı’ bir muhafazakârlıktan…

Yapma fetişizmi, daha derin bir kaynaktan da su çekmiyor mu? Kapitalizmin (ki son zamanlarda turbo-kapitalizm de diyorlar ona) para-meta-para döngüsüyle beraber her şeyin akışını olağanüstü süratlendiren, sürekli iş çıkarmaya, sürekli yapmaya etmeye ittiren dinamiği de güçlendirmiyor mu bu algıyı? Nike’ın meşhur “Just do it” (Yap işte!) sloganı, kapitalizmin kendiliğinden ideolojisinin en iyi özetlerinden biri sahiden.

Tababetin birinci kuralı: “Önce zarar verme”dir. Bizzat tababete de hep hatırlatılması gereken bir ilke. Her alanda öyle. Bazen, yapmamak daha iyidir. Ellememek, bi’ durmak, bazen daha iyidir.

AKP’nin “Biz yaparız”ı, politik grafik sanatçısı Jürgen Holtfreter’in 1975’te ürettiği bir posteri hatırlattı bana. Başbakan ve İşverenler Sendikası Başkanı, şu sloganın fonunda gururla dikiliyorlardı: “Herkes enflasyondan söz eder – biz yaparız”. 


[1] Birikim’in 282. Sayısında (Ekim 2012, s. 33-39) buna değinmiştim: “Gülenciliğin ideolojik söyleminde özne ve fiil olarak ‘Hizmet’: ‘Bir hizmet yapılıyor, görelim bunu.”

[2] Sol Sinizm Pragmatizm kitabımdaki derdimi hatırlatıyorum (Birikim Yayınları, 2010).