Suruç Katliamı ve Barışı Rojava’da Başlatmak
Cuma Çiçek

Adana, Mersin ve Diyarbakır saldırıları ardından 20 Temmuz 2015 tarihinde 32 kişinin ölümü ve 150’e yakın kişinin yaralanmasına neden olan Suruç saldırısı Kürdistan coğrafyasında başlayan savaş ve çatışmaların Irak Kürdistan Bölgesi ve Suriye Kürdistan Bölgesi Rojava ile sınırlı kalmayabileceğini ve Suruç’tan Diyarbakır’a, Adıyaman’dan Adana, Mersin’e kadar güneyden kuzeye doğru yayılma riski taşıdığını gösteriyor.

Derinleşen belirsizlik

Kuşkusuz bu riskin büyümesinin en büyük nedeni Türkiye’nin Kürtlerle ilişkilerini bölgesel ölçekte yeniden düzenlemeyi olanaklı kılacak çözüm sürecinin içine düştüğü belirsizlik. Zira Türkiye Irak Kürdistan Bölgesiyle son yıllarda hem ekonomik hem de siyasi alanda geliştirdiği iyi ilişkileri çözüm süreciyle birlikte hem kendi Kürtleriyle hem de Rojava ile kurma şansına sahip olacaktı. Türkiye’nin Kürtlerle ilişkisinin sınır-ötesi ölçekte yeniden kuracak bir barış/çözüm süreci inşa edilemediği takdirde gündelik hayatı sarmalayacak bir şiddet dalgasının yayılma riski artacaktır. 

Seçimin üzerinden 45 günden fazla zaman geçmesine rağmen hükümetin hala kurulamamış olması ve siyasi belirsizliğin devam etmesi çözüm sürecinde yaşanan belirsizliği ve bunun bir sonucu olarak şiddete dönüş riskini daha da derinleştiriyor.

Şiddete dönüş mü?

Suruç katliamı ve ardından iki emniyet mensubunun infazı olayı daha önceki bir yazıda (link) “Türkiye’de barış, Suriye’de savaş” olarak formüle ettiğim “idare siyasetini” sürdürmenin ne ana-akım Kürt Hareketi ne de Türkiye devleti için kolay olmayacağını gösteriyor. Gelinen noktada taraflar Rojava’da süren savaşı sonlandıracak yeni bir çözüm sürecini inşa edemediği takdirde Rojava’da süren çatışmanın sahasının Türkiye’ye doğru genişleme riski artacaktır.

Asıl soru şu: Türkiye devleti, hem kendi topraklarında hem de Irak ve Suriye’de yükselen Kürt dalgasını kavrayıp, bunu, tarihsel hatalarını kabul ederek çoğulcu, demokratik bir rejim inşası için bir fırsat olarak mı değerlendirecek; yoksa bu dalganın karşısında durmaya devam mı edecek?

Anaakım Kürt Hareketi’nin cevaplaması gereken soru ise şu: Türkiye devletinin politikalarından bağımsız olarak, hatta bu politikalara rağmen, çözüm sürecini bir bütün olarak sonlandıracak bir çatışma ortamı mı yoksa barışçıl-demokratik çözümde ısrar mı Türkiye’de ve Rojava’da siyasal amaçlarına ulaşmasını mümkün kılar, hem Kürt halkına hem de bölge haklarına kazandırır?

Ana sorun şu: Bugün Türkiye’de IŞİD ve benzeri örgütlerin katliamlara varan şiddet eylemleri gerçekleştirmesine uygun zemin sunan bir siyasi atmosfer var. Üstelik bu şiddet eylemleri tek başına can kaybına neden olarak korku yaratmıyor, aynı zamanda siyasi krizler doğuruyor. Bu anlamda, temel mesele bu siyasi atmosferi radikal bir şekilde değiştirmek.

Bu değişimin gerçekleşebilmesi iki önemli adıma bağlı: Türkiye’de çözüm sürecinin inşası ve Suriye sınırının IŞİD kontrolünden bir bütün olarak çıkarılması. 

Çözüm sürecine dönüş ve tarafların rolü

Bu değişim her şeyden önce ana-akım Kürt Hareketiyle geçici AK Parti hükümeti arasında süren gerilimin azalmasına, Kürt meselesinin çözümü için tekrar müzakere masasının kurulmasına, barışçıl bir siyasi söylem ve mücadele yönteminin belirlenmesine bağlı. Görünen o ki HDP’nin barajı aşması sonucu başkanlık tartışmalarının sonlanması ve AK Parti’nin meclis çoğunluğu kurmasının engellenmesi çözüm sürecinin iki temel aktörü arasında derin bir kriz yaratmış durumda. AK Parti’nin 13 yıllık tek parti iktidarının ve rejim değişikliği girişimlerinin HDP’nin siyasi başarısı sonrası akamete uğraması, AK Parti’nin çözüm süreci konusundaki pozisyonunu değiştirmiş durumda. HDP’ye dönük “terörle arana mesafe koy” minvalindeki açıklamalar bu anlamda bu yeni pozisyonun halka ilişkiler dili olarak okunabilir. AK Partinin bu yeni pozisyonu sadece -seçim sonuçlarının gösterdiği üzere- kendisine değil, tüm Türkiye’ye zarar veriyor.

Bu noktada çözüm sürecinin geleceğinin AK Parti kadar CHP’nin alacağı tavra bağlı olarak şekilleneceğini söyleyebiliriz. Kürt meselesinin barışçıl demokratik çözümünü savunan, AK Parti politikalarından daha cesur bir siyasi çıkış tıkanan çözüm sürecinin önünü açabilir. Böylesi bir siyaset ister AK Parti – CHP koalisyonu kurulsun, ister erken seçime gidilsin Suriye’de süregelen savaşın ve şiddet dalgasının Türkiye’ye yayılmasını önleyecektir.

HDP’nin kuruluş misyonunda ısrar etmesi; artan şiddet olayları karşısında Türkiye’de demokratik, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir ortamın inşası için barışçıl demokratik siyasete ısrarla sahip çıkması kritik bir öneme sahip. Zira HDP projesinin çökmesi demek çözüm sürecinin ve barışın çökmesi, bu anlamda herkesin kaybetmesi demek.

Barışı Rojava’da başlatmak

Türkiye’deki siyasi atmosferi dönüştürecek, IŞİD ve benzeri örgütlerin Türkiye’de katliam girişimlerinin önünü alacak ikinci önemli adım Suriye sınır hattının bir bütün olarak bu örgütün denetiminden çıkarılmasıdır.

Bunun gerçekleşebilmesi için, Cerablus bölgesi dışında kalan sınır hattının ana-akım Kürt Hareketinin kardeş örgütü PYD liderliğindeki Kürtlerin kontrolünde olduğu dikkate alındığında, sınır hattının Kürt güçlerinin denetimine girmesi, Türkiye’nin o bölgeyi işgali dışında kalan tek seçenek gibi duruyor.

Bu anlamda, Türkiye’de olası bir barış/çözüm sürecinin kilit noktasının Rojava olduğu söylenebilir. Türkiye Rojava Kürtleriyle barıştığı, onun siyasi ve askeri örgütleriyle işbirliğini geliştirdiği ölçüde hem kendi sınır güvenliğini IŞİD ve benzeri temelci/köktenci İslamcı örgütlere karşı sağlayabilir hem de iç barışını inşa edebilir.

Böylesi bir siyasetin 2,5 milyon Suriyelinin topraklarına girdiği Türkiye’nin, 1,5 milyon civarında tahmin edilen yeni bir göç dalgasını Suriye sınırları içinde tutma girişimlerini dışlamadığını da not etmek gerekir.