Rojava Savaşı
Cuma Çiçek

“Suruç katliamı ve barışı Rojava’da başlatmak” adlı bir önceki yazıda AK Parti hükümeti ile anaakım Kürt Hareketi’nin “ne barış, ne savaş” olarak özetleyebileceğimiz “idare siyasetini” yürütmelerinin artık kolay olmayacağını ileri sürdüm. Türkiye devleti ve ana-akım Kürt Hareketi’nin sırasıyla şu sorularla karşı karşıya olduğunu not ettim:

“Türkiye devleti, hem kendi topraklarında hem de Irak ve Suriye’de yükselen Kürt dalgasını kavrayıp, bunu, tarihsel hatalarını kabul ederek çoğulcu, demokratik bir rejim inşası için bir fırsat olarak mı değerlendirecek; yoksa bu dalganın karşısında durmaya devam mı edecek?”

“Türkiye devletinin politikalarından bağımsız olarak, hatta bu politikalara rağmen, çözüm sürecini bir bütün olarak sonlandıracak bir çatışma ortamı mı yoksa barışçıl-demokratik çözümde ısrar mı (anaakım Kürt Hareketi’nin) Türkiye’de ve Rojava’da siyasal amaçlarına ulaşmasını mümkün kılar, hem Kürt halkına hem de bölge haklarına kazandırır?”

Bu sorular karşısında tarafların her ikisinin de kazanabileceği makul seçeneğin barış olduğunu ve bunu da Rojava’da başlatmaları gerektiğini iddia ettim.

Son iki hafta içinde yaşadığımız olaylar tarafların Rojava’da süren savaşı belki kısa süreliğine de olsa derinleştirip kuzeye doğru daha geniş bir coğrafyaya yayacağını gösteriyor. Kısa süreli diyorum, zira tarafların açıklamaları ve pozisyonları, yine ABD ve AB’nin ilgili açıklamaları bu yeni çatışma dalgasının pek de uzun ömürlü olmayacağını gösteriyor.

Kürt dalgasına karşı “nafile” direniş

Bununla beraber, onlarca savaş uçağıyla günlerdir devam eden hava operasyonları, MHP’nin desteğini alan AK Parti hükümetinin bölgede yükselen Kürt dalgasına karşısında “Kürt isyanına” son verecek bir çözümden çok uzak olduğunu gösteriyor. İşin doğrusu 2013 yılından bu yana yaşadığımız zaten “çözüm sürecinden” çok bir “ateşkesi” ifade ediyordu. Karşılıklı güven sorunun aşılmasını sağlayacak adımların atılmadığı; müzakere mekanizmaları, aktörleri ve gündemi konusunda taraflar arasında mutabakatın olmadığı; tarafları bağlayıcı hukuksal altyapıdan ve üçüncü tarafları içeren kurumsal yapılardan yoksun; Suriye ve Irak’taki son gelişmelerle birlikte ortaya çıkan “Kürt meselesinin yeni jeopolitik denkleminin” entegre edilmediği bir süreçten barışın ya da çözümün çıkması zordan öteye imkansızdı.

Görünen o ki Türkiye devleti ve AK Parti hükümeti (buna CHP’yi de dahil edebiliriz) “Kürt alanında” son 20 yılda ortaya çıkan siyasi gelişmeleri doğru okumamakta ısrar ediyor. 1999 yılında Öcalan’ın yakalanması sonrası AB süreci kapsamında bir demokratikleşme programıyla Kürtlerin bazı dilsel ve kültürel hakları tanıyarak PKK’yi silahsızlandırma şansına yakalayan Türkiye, son on yıldır “idare siyasetiyle” can kayıplarına rağmen zamana oynuyor.  Bununla beraber bu zaman lehine değil aleyhine işliyor: Türkiye Kürt yurttaşları için dilsel hakları bile müzakere ederken, sınırın öte yakasında iki Kürdistan kuruldu, yıllarca %4-6 bandında oy alan ana-akım legal Kürt partisi, %13’ü aşarak 14 ilde birinci parti oldu.

Irak Kürdistan Bölgesi ve Rojava deneyimi sonrası Türkiye Kürtlerinin demokratik ve çoğulcu bir rejim içerisinde ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal sorunlarını yerel ve bölgesel kaynaklarıyla çözmesine olanak tanıyacak bir öz-yönetimi içermeyen bir çözümün mümkün olamayacağını asgari bir toplum ve siyaset bilgisine sahip her aktör görür. Tabi öngörülen toplumsal rızadan ziyade çoklu şiddet rejimlerine dayalı bir devlet değilse. Böyle devam ederse, Türkiye Kürt meselesini bir tür yerel/bölgesel adem-i merkezileşme öneren “demokratik özerklik” projesiyle “makul ölçülerde” çözme fırsatını da kaçıracak. Zira, son seçim sonuçlarının da gösterdiği üzere Kürtler arasında Ankara siyasetine gösterilen rıza her geçen gün azalıyor.

Rojava savaşı?

Öte yandan, PKK/KCK’nin seçim sonrası açıklamaları ve eylemleri dikkate alındığında, yukarıda sorduğumuz soruya “barışçıl/demokratik çözümden” yana net bir cevabın verilmediği ortada. Seçim döneminde, onca provokasyona rağmen çözüm süreci lehine pozisyonunu hassasiyetle koruyan örgüt, seçim sonrasında aynı hassasiyeti göstermemiştir. Mevcut hükümetin geçici olduğu, yeni hükümetin koalisyon ya da erken seçimle yakın zamanda oluşacağı, 20 yıllık bir siyasi deneyimden sonra HDP’nin büyük başarısıyla barajın ilk kez aşıldığı ve demokratik siyaset alanının çok önemli bir mevzi kazandığı bir ortamda, örgütün ileri sürdüğü gerekçelerin komu oyunu ikna etmekten uzak olduğunu belirtmek gerekir.   

Görünen o ki, Rojava’daki yeni durum, Türkiye devleti ve AK Parti hükümeti için olduğu kadar ana-akım Kürt Hareketi için de ateşkesi bitirmenin gerekçesi olmuş durumda. Hatırlanacağı gibi, Kobanê ile Cizîr kantonlarının birleştiği günlerde Cumhurbaşkanı tüm Türkiye’ye ve dünyaya seslenerek Suriye’de Kürtlerin öz-yönetim inşalarına karşı “ne gerekiyorsa” yapacaklarını duyurdu. Geçici AK Parti hükümetinin ABD ile yaptığı anlaşmayla birlikte Suriye’de aldığı yeni pozisyon sonrası, PKK/KCK’nin -hava saldırılarına verdiği cevabın kapsamının sınırlı olması ve müzakere masasına dönmeye hazır olduğuna dair açıklamaları dikkate alındığında- çatışmaları Türkiye’ye yayabileceğini göstererek Türkiye’yi Rojava karşıtı politikalardan caydırmaya çalıştığı söylenebilir.

Bununla beraber, çatışmaların artması, olası bir erken seçimde AK Parti kadar, HDP’ye de büyük bir darbe vurabilir. Zira, HDP’nin başarısını mümkün kılan en önemli dinamiklerden biri çözüm süreci ve partinin bu süreçte aldığı aktif barışçıl pozisyondu. Özellikle Kürt orta ve üst sınıflarının ve daha önce AK Partiyi destekleyen muhafazakar sağ seçmenin HDP’yi tercih etmesinde bu barışçıl pozisyonun önemli bir etkisi oldu. Bu anlamda HDP’ye verilen “emanet oyların” sanıldığının aksine Kürt olmayan, sol, Alevi seçmenlerden ziyade Kürt sağ seçmenden geldiği hesaba katıldığında, olası bir çatışma ortamının HDP’yi bu destekten mahrum bırakma ihtimalinin oldukça yüksek olduğu söylenebilir. Hele ki artan çatışmalar karşısında HDP barış siyasetini aktif bir şekilde inşa edip toplumsallaştıramazsa. 

Özetle, son iki hafta yaşadıklarımız Rojava üzerinden karşılıklı bir meydan okuma olarak okunabilir. Bu meydan okumaların Türkiye’de derinleşen bir çatışma dönemi mi, yoksa çözüm sürecinde yeni bir sayfa mı açacağını anlamak için Rojava’ya daha yakından bakmak gerekir.