"Savaş" Dedikçe...
Kıvanç Koçak

Cemile, 10 yaşında, Cizreli, evlerinin önünde oynarken açılan ateş sonucu yaralandı. Sokağa çıkma yasağından dolayı ambulanslara izin verilmediğinden kan kaybından öldü. Sokağa çıkma yasağı olduğundan gömülemiyor. Annesi Cizre’nin sıcağında kokmasın diye bedenine buzlar sürdü, cesedi derin dondurucuya konuldu. Nihayet izin çıktı, morga kaldırıldı... (link)

Buna benzer bir sürü kan dondurucu hikâye var artık memleketin hemen her yerinde: Evlerde, sokaklarda, dağlarda, karakollarda, yollarda gencecik çocuklar ölüp gidiyor; bir sürü kişi ölenler ailelerinden olmadığından "şehitler", "vatan bölünmez" gevezeliği yapıyor, "evladımı istiyorum" diyen "şehit" yakınlarına "karaktersiz" deniliyor; ölüm kendilerinden olunca karalar bağlanıyor, onlardan olunca seviniliyor; insanlar birbirlerine düşman ediliyor, evlerin yakıldığı, işçilerin dövüldüğü gururla anlatılıyor; bir partinin binalarına -ateşe vermek dahil- sürekli fiili saldırılar yapılıyor, yetkililer seyrediyor; bunca yıllık yaraların sarılması işi zaten epey zorluyken üstüne her gün yeni sayfalar ekleniyor... “Onu kınadın, bunu kınamadın”, “ona laf söyledin, buna laf söylemedin” vırvırı sürerken memlekette insanlığa, kardeşliğe, geleceğe dair bir sürü değer göz göre göre yerinden oynuyor, tel tel kopuyor.

Önümüzde fazla bir seçenek yok aslında: Ya hal ve gidişatın bu tatsızlığına ortak olacağız, tarafların savaş naralarına, kişisel ikbal ve ihtiraslara destek vereceğiz ya da "barış" diyeceğiz, "kim olursa olsun, ne olursa olsun insanlar böyle manasızca ölmesin" diyeceğiz.

Çünkü "savaş" dedikçe Cemile'lerin derin dondurucuda bekletilmesine de, hayata daha yeni hazırlanan asker çocukların ölü bedenlerinin asfaltlarda kalmasına da onay veriyoruz aslında... Çünkü kimse masal anlatmasın, "ölmez" diye bir şey yok, insanlar ölürler, çocuklar da, "şehitler" de. Geriye sadece “keşke”ler, “ah”lar kalır…