Yasin Aktay’a Yasin Yerine
Ömer Laçiner

Yeni Şafak gazetesinin 19 Eylül nüshasında Yasin Aktay’ın Birikim dergisini konu alan bir yazısı yayımlandı. Yasin Aktay’ın o yazısında Birikim ile ilgili sergilediği hükümlerin, tesbitlerin tamamı bu zatın yakıştırdığı, daha da acıklısı uydurduğu gerekçelere dayandığı için cevap vermeye değmez. Ama o yazı, bütünü itibariyle, AKP-Recep Tayyip Erdoğan yandaşlığının, prof. ünvanlı, entelektüel donanımı olan birini bile nasıl sefil, trajikomik bir zihinsel iklime, idrak felcine sürükleyebileceğinin bir ibret vesikası olduğu için ele alınmayı gerektiriyor.

***

Tartışmalarda karşı olunan görüş/tutumu asli, en güçlü yönleriyle “cepheden” ele almak yerine “arkadan dolanıp” o görüş ve tutumun ifade bozukluk ya da eksikliklerini keşfederek bunlar üzerinden kendini haklı çıkarma girişimleri “ahlaksızlık” değilse de dürüstlüğe aykırı diye nitelenir. Çünkü tartışma ahlaksızlığı, karşı olunan görüş/tutumun asli, esas unsurlarını budamak, çarpıtmak eciş bücüşleştirip bu “karikatür”e laf etmeye dayanır. Bugün AKP-Erdoğan yandaşı medya ve “düşünce” dünyasını neredeyse istisnası olmayacak biçimde kapsayan tutum, tamı tamına böyledir, bu hale gelmiştir.

Yasin Aktay –az sonra asıl üzerinde duracağımız “dibe vurma-yuvarlanma” anlamına gelen “katkı”sını da yaparak– işte bu tutumun içinden tanımlıyor Birikim’i. Bu zata göre Birikim, “anlayan, çözümleyen, diyaloga açık” bir dergi iken “Gezi hadiselerinden itibaren” “bu –iyi– özelliklerinin kaybolup gittiği” “başı dumanlı bir ruh haline savrulmuş.” Sebebi de “bilinçaltına gömmüş oldukları bütün şiddet destekli devrim arzuları”nın “bilinç üstüne çıkıvermesi” imiş. Çünkü Birikim yazarları Gezi isyanı olunca “sosyalist devrimin müjdesini işitmiş şakirtler gibi” coşkuya kapılıvermişler.

Birikim’in namusluca yapılmış bir karikatürü bile denemeyecek bu tanım ve “açıklama”, karşıtını çarpıtmadan konuşamama acizliğini ve buna kaçınılmaz olarak eşlik eden düşünsel namus seviyesini apaçık gösteren bir örnek.

Birikim’den hoşlanmayan ama asgari düşünsel namusu olan herkes, bu “kırk yıllık” derginin “esbab-ı mucibe”lerinden birinin de devrimin ancak şiddet ve silahla gerçekleşebileceğine dair gayet yaygın zihniyet kalıbını kırmak olduğunu bilir ve teslim eder. Bu ispata gerek duyulmayan gerçeği, muktedire yaranmak için bilim adamı unvanını gülünçleştirmek pahasına manzume besteleyenler “unutabilir” veya çarpıtabilir. Ama örneğin vaktiyle Tezkire dergisinde aklı ve ahlakı yerinde yazan Yasin Aktay gayet yakından bilirdi.

Bırakın Birikim’in “şiddet destekli devrim” arzusu taşıdığını; bu derginin sürekli yazarlarının tamamı, meşru müdafaa hali dışında şiddet ve silaha başvurma şöyle dursun fizikî güç kullanmanın, bunu bir “devrim aracı” saymanın bile “devrim”i kirletebileceğini, saptırabileceğini her vesileyle açıkça söylemiş, anlatmışlardır.

Bunu da geçelim. Ve farz edelim ki Birikim’in iyi kamufle ettiği bir “şiddet destekli devrim arzusu” varmış. İyi de acaba Gezi isyanı, bu arzumuzu zıplatıp bizi olmadık yerlere savurabilecek denli bir şiddet patlaması mıydı?

Eteğine yapıştığı muktedirin ağzından konuşan Yasin Aktay’a göre tastamam öyleymiş. Ama onların dışında milliyetçisinden sosyalistine, liberalinden namuslu Müslüman’ına kadar herkesin, Arjantin’den Japonya’ya kadar tüm dünyanın Gezi isyanına bu denli ilgi ve sempatiyle yaklaşmış olmasının nedeni, bu isyanın tam aksine şiddetten uzak olmaya bilhassa özen göstermiş olmasıydı. Gezi isyanı, maruz kaldığı ağır devlet şiddetine rağmen öfkeye teslim olmayıp, tepkisini asgari şiddet düzeyinde tutabilmesi; zulme ve zorbalığa karşı –meşru da olsa– şiddetle değil, en insanî özellik ve duyarlılıklarımızı; aklımızı, zekâmızı, dayanışma ve paylaşma yeteneklerimizi harekete geçirerek de mücadele edebileceğimizi duyurtan dünya ölçeğinde bir örnek olma konumunu böylece edindi. Birikim de işte tam bu özelliğiyle Gezi isyanının önemini vurguladı ve sonuna kadar da destekledi.

Ne var ki Yasin Aktay ve dahil olduğu muktedire endeksli koro, bu apaçık olguya rağmen Gezi isyanının çapına kıyasla asgari düzeyde olan ve sadece mala, eşyaya zarardan ibaret olan zayiatı gerekçe gösterip Gezi isyanını “vandalizm”den tutun “şiddet patlaması”na kadar bir dizi tanımla yaftalama ısrarını sürdürüyorlar hâlâ.

Onlara bir soru: Yukardaki gibi bir zayiat bilançosu karşısında bu tanımlamaları yapıyor iseniz; diyelim ki ortada çocuğu öldürülmüş annelerin yuhalattırılabildiği, “Kabataş yalanı” gibi dört dörtlük pespaye yalanların en yüksek kürsülerden dillendirilip toplumun bir kesimini “evinde zor tutulur” bir linç psikolojisine sürüklemeye yeltenildiği; onlarca yurttaşını hunharca katletmiş, sakat bırakmış birilerinin “destan yazdınız” diye pohpohlandığı bir tablo olsaydı nasıl bir tanımlama yapmanız gerekirdi? Alçaklık demek bile iltifat olmaz mıydı?

***

Yasin Aktay’ın “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” taktiğini de ihmal etmeyerek ileri sürdüğü Birikim’in “Fethullah Gülen örgütü” ile mücadele ortaklığına girdiğine, PKK ile ilgili görüşlerini “yenileyip” onun yaptırttığı silahlı örgüt vesayetindeki “demokratik özerklik” ilanlarını savunduğuna ilişkin iddiaları hakkında iki laf etmek bile –bu konular Aktay’ın, partisinin ve Efendisinin “tiftiğinin atılması” için en uygun konular olmasına rağmen– gereksiz. Ayrıca AKP medyası, kendilerini eleştiren herkesi –siyasal şirretliğin gereği olarak– uyup uymadığına aldırmaksızın aynı ithamlarla yaftalamaktan başka bir şey yapmadığı için “orijinal” hiçbir yanı da yok bu saçma sapan iddiaların.

Oysa şu aşağıdaki satırlarda Yasin Aktay, AKP medyasının ve sözcülerinin tamamının paylaştığı “çarpıt/yaftala” yöntem/tutumuna gerçekten orijinal bir katkı yapıyor. Ve bize ahlakî-entelektüel bir çukura düşülünce nasıl dibe vurulacağının trajikomik bir örneğini veriyor.

Şöyle diyor Aktay:

“…AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan Birikim'in şimdiye kadar özlemini duyduğu, hayalini kurduğu, ama kendisinin aktörü olamadığı Türkiye ile ilgili fazlasıyla şey yapmıştı. O yüzden belki AK Parti Türkiye'de milliyetçiliğin alanını kapattığı kadar solun alanını da kapatmıştı. Hatta bir bakıma sadece solun alanını değil, bütün muhalefetin alanını da kapatmıştı.”

AKP’nin en başarılı sayıldığı, en çok oy aldığı dönemde bile, sol, milliyetçi, vb. sıfatlı partilerin aldığı oy toplamının AKP’den fazla olduğu ortada iken, AKP’nin solun da milliyetçiliğin de –hızını alamayıp– mümkün tüm muhalefetin de alanını kapattığından söz edebilmek haliyle olgusal bir gerekçeye dayanıyor olamaz. Bu durumda bu kadar kesin konuşabilmenin gerekçesi sadece geçenlerde fiilî AKP’nin “fetva emini” olduğu söylenen Hayrettin Karaman’ın tezinde bulunabilir. Karaman, özetle, demokrasinin temel kurumlarının ve özellikle de partilerin İslâmî siyasetin esasını belirleyen “Kitap”ta yeri olmadığını belirtiyordu. Yasin Aktay aynı görüşün az biraz yumuşatılmış tekrarını yapmış oluyor yukarıdaki pasajda.

“Sol”a da sağa da muhalefete de gerek yok “aslında”. İyi de AKP’nin en kendinden emin olduğu dönemlerde referans gereği duyulmayan bu “asıl”a neden AKP yokuş aşağı yuvarlanmanın alametlerini peşpeşe gösterdiği şu sıralarda müracaat ihtiyacı hissediliyor?

Nihai olarak kaybedeceği anın yaklaşmakta olduğunu iliklerine kadar hissetmenin paniğinden olmasın? O panikle bir yandan Hayrettin Karaman türü ulema, AKP’nin halen elinde tuttuğu konum ve “mevzileri” ne olursa olsun bırakmamasına gerekçe bulmak, o gerekçeyi meşruiyet ve hatta kutsiyet halesine sarmak için “kitap” karıştırırken; öte yanda Yasin Aktay türü “sosyal bilimci” etiketi taşıyanlar da acınası zavallılıkta sosyo-politik teşhis ve tesbitler uyduruyorlar. Ve örneğin Yasin Aktay, alıntı yaptığımız satırların biraz altında Birikim’in o çizdiği AKP tablosu karşısında muhalefet gerekçesini nereden tutturabileceğini bulamamaktan dolayı kıvrandığı mealinde laflar ediyor.

Şaka gibi geliyor ama trajikomik. Yasin Aktay, Birikim’in AKP’ye muhalefette herhangi bir sıkıntı çekmediğini, Gezi isyanının çok öncesinden, AKP’nin zuhur ettiği tarihten bu yana yayımlanmış herhangi bir Birikim sayısını –kendisi utanç yüklü bir paniğe kapılmamış– okur yazar birine okutabilir. Yine Gezi öncesinden ama daha yakın tarihten örnekler isterse, mesela 2011 seçimleri arifesinden bu yana tüm Birikim külliyatı da orada duruyor.

Çöküş ve çürüyüş fazına girmiş AKP’nin popüler propoganda aygıtının –sayı çokluğundan başka– dikkate alınmaya değer hiçbir yönü olmayan kalemşorları rakiplerini karikatürleştirerek, bununla yetinmeyip katıksız yalan, iftira ve şantajla “netice” almaya çalışırken; Hayrettin Karaman gibileri de aynı “netice”yi AKP ve liderini “yüceltme”nin “Kur’anî gerekçelerini” teşhir ederek takviye etmek için uğraşıyorlar. Yasin Aktay, her iki kanalı birleştiren tarzını “laik külliyat”ı AKP yandaşlığının hizmetine kullanmayı “iş” edinenlerin kanalı ile de irtibatlandırabiliyor.

“Orijinalitesi” de bu. Ama bunu yapıyor olmanın bir halt etmekle üç halt etmek arasındaki dereceden başka bir anlamı da yok.

Bu duruma “yazıklar olsun” mu yoksa sadece “yazık” mı demek gerekir. Karar veremedim.