Bayrak
Tanıl Bora
10 Ekim, gar katliamının akşamı, Yenişehir’de Mithatpaşa caddesinde dizili kebapçılar, telâşla bayrak asıyorlardı. Devlet ulusal yas ilan etmişti, herhalde icabı budur diye düşünmüşlerdi… Hem de etraf polis kaynıyordu (yasın isyanına mahal vermemek için), onlar görsün diye de bayrak asmak lâzımdı…

Kapının üstüne iplerle, selobantlarla tutturuyorlardı, bayraklar omuzları düşük, süklüm püklüm sarkıyordu aşağı.

Çok gördüm, siz de görüyorsunuzdur böyle bayrak manzaralarını… Şu kebapçılarınki gibi, tuhaf tutturgaçlarla oraya buraya iliştirilmiş, kamburu çıkarılmış bayraklar… Balkonda don gömlek asılan yere, çamaşır ipine asılmış, bazen sahiden yeni yıkanmış çamaşırlar refakatinde sallanan bayraklar… Sergide zerzevatın üzerine, seyyar tezgâhının üzerine sarkıtılmış, boyacının arkasındaki ağaca iliştirilmiş bayrak… Halk otobüsünün burnuna yamanmış, altından üstünden hafif dürülerek kaputun üstüne tutturulmuş bayrak… Alt komşuların pencerelerini baştan aşağı örten dev bayrak… Taksicinin oturduğu koltuğun arkasına ‘gerdiği’ bayrak… Pide teslimatına yollanan motosikletlerin arkasında, sigortasız, bahşiş karşılığı çalışan gence belki kendini ak tolgalı beylerbeyi gibi hissettiren, bazısı sancak boyu bayrak… Bir medikalcinin önünde gördüm; ağzında maskesiyle hastabakıcı kıyafeti giydirilmiş bir vitrin mankeninin eline, kirli sicimlerle solgun bir bayrak tutuşturmuşlardı. 

Bayrak teşhirinin bu alelacayip sahnelerini fotoğrafçılar tespit etmeliydi. Güncel sanatçıların ilgi alanına girebilecek bir konudur. (Şener Özmen’in “Bayrak” [link] ve “Bayrağından kaçan direk” [link] işleri vardır.)

Kanuna bakarsanız, cumhuriyet savcılarının da iş edinmesi gereken bir konudur. Zira tasvir ettiğim bayrak teşhir sahnelerinin hepsi ve daha niceleri, bayrak kanununa aykırıdır. En son 22 Eylül 1983’de yenilenen 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanunu, dış ay merkezinin uçkurluktan mesafesinden yıldız dairesinin kutruna kadar bütün şeklî ayrıntıları belirlemekle kalmaz, bayrağın ‘bulundurulma’ şartlarını da düzenler. Kanunun 7. Maddesi şöyle der: “Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmî yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara kürsülere, örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya üniforma şeklinde giyilemez.” (Bu son hüküm vesilesiyle, Türk bayraklı tişörtün de artık olağanlaştığını not düşelim.)

“Kanun koyucunun” böyle hassaslanması, normal. Zira milliyetçiliğin mukaddesatı açısından, bayrak, sıradanlaşmaması gereken bir simgedir. Bayrak asmak, törensel edayla yerine getirilecek bir ritüeldir. Kendini ciddiye alan, haysiyetine düşkün bir milliyetçilik, bayrağının harcıâlemleşmemesine özenir.

Türkiye’de 1990’larda gayri nizamî harp şartlarında tırmanan bayrak enflasyonu, Cumhuriyet mitingleri döneminde tepeye vurmuştu. O sıralar, gökdelen boyu dev bayrak direkleri tesisine girişildi. Ümit Kıvanç aktarmıştı, şehirlerarası bir seyahatte bir arkadaşı, açık arazide dikili böyle bir dev bayrağa bakmış da, “Türkler bu tepeyi de ele geçirmişler!” demiş. Bitmeyen bir yeniden fetih ihtiyacıyla, kendini bir türlü emniyette göremeyen “buralar bizim” teyakkuzuyla dalgalanıyordu o kocaman bayraklar.

Bayrak enflasyonu, birkaç yıl dindikten sonra, şu son aylarda harp halinin yeniden başlatılmasıyla tekrar hızla yükseldi. 24 Eylül’de “teröre karşı” düzenlenen mitinglerde mesela, iktidar medyası “bayrak denizi” manşetleriyle mestti. (Goebbels’in pek sevdiği bir imgedir bu: “Berlin ein ganzes Flaggenmeer”/Berlin baştan aşağı bayrak denizi…) Bayrak kanununu da lime lime ederek bayrağı harcıâlemleştiren manzaralar yine olağanlaştı. Bayrağın sopa gibi kullanıldığı 8/9 Eylül millî linç harekâtı da bu seferberliğin parçasıydı.

Evet, hiç bitmeyen, hiç geçmeyen bir “buralar bizim” güvensizliğinin eseri mi, aslında kendi mukaddesatını ihlâl eden bu bayrak seyranı? Kendi ritüelini pejmürdeleştiren bu teşhirciliğe katılanlar, zihinlerindeki bir şeytanı kovmak için bir muska gibi tutuyorlar bayrağı, totem mi yapıyorlar aslında? O toteme sarıldıkça, şeytanın imgesinden iyice büyülenerek…? Müşterek değerimiz deniyor ya; bayrak acaba, ondan başka hiçbir müşterek değerin olmayışının mı üzerini örtüyor? Yahut, tek müşterek değerin, üzerine bayrak sallanan bir düşmandan nefret olduğunu? 

Bazen belki de daha basit bir güvence arayışıdır. Bayrağı sopa gibi kullanan linç güruhundan sakınmak, “ben de sizdenim” demek için. Sürünün dışına düşmemek için.