Etyen Mahçupyan'a Cevap
Murat Belge
Etyen Mahçupyan, “Birikim Haftalık”ta onunla ilgili yazdığım yazıya verdiği cevapta, aslında bir “cevap” vermekten çok, ne söylediğimi anlamadığını gösteriyor – ya da anlamamış gibi yapmayı tercih ediyor. Bu arada, benim olmayan bazı düşünceleri de ben söylemişim gibi alıp eleştiriyor.

“İslâmcı ideolojiden demokrasi çıkamaz” dediğimden harekete geçiyor ve buna dayalı cümleler kuruyor. Örneğin, “Tabii eğer İslâmcıdan demokrat çıkmıyorsa, sosyalistten niye çıksın diye sorulabilir” demiş. Sorulabilir de, ben “İslâmcıdan demokrat çıkmaz” demedim. Öyle de düşünmüyorum. Tayyip Erdoğan’ın izlemekte olduğu çizgiyle demokrasiye varılamayacağını söylüyorum. Bununla, “İslâmcıdan demokrat çıkmaz” arasında dünya kadar fark var. Erdoğan bu yeni çizgisinde karar kıldığından beri, sık sık, bu çizginin İslâmcı siyaset için bir zorunluk, bir kaçınılmazlık olmadığını yazdım. Bu partinin epey yıl boyunca pekâlâ demokrat bir çizgi izlediğini düşünüyorum. Bu “İslâmcıdan demokrat çıkmaz” demek midir?

“Sosyalistten niye çıksın?” diye sormuş Mahçupyan. Doğrusu, oradan da zor çıktığı görülüyor. Dünyanın esrarını çözdüğüne inanan ideolojiler ister istemez “dediği dedik” oluyorlar. “Benim elimde bir teori var, bütün (“total”) hayatı açıklıyor,” diyorsanız her şeyi bildiğinize inanırsınız. Bu “her şeyi bilme”nin bir başka adı da “totaliter” olmaktır. Yani birtakım özlemleri demokratik ögeler taşısa da, son analizde anti-demokratik bir tavır anlamına gelir. Burada, kâğıt üstünde bakıldığında, İslâm sosyalizme (Marksizm’e) oranla daha çok handikaplı sayılabilir, çünkü dinî bir ideolojiye dayanıyor. “Dünyanın esrarını çözen”, onun gözünde, doğrudan “Allah kelâmı”. Ama diyorum, bu “kâğıt üstünde” böyle. “Marx’ın dediğiyle” herkesten daha dogmatik, herkesten daha “dediğim dedikçi” sosyalistler olabiliyor. Olduğunu birçok örnekle biliyoruz.

Aslında bütün ideolojiler aynı zamanda hem “rigid” hem de “esnek” olabilirler. Bu paradoks mümkündür, çünkü temel sorun ideolojinin kendi içinde değildir. Her ideolojide özgürleştirici ögeler de, baskıcı ögeler de bulabilirsiniz. Bunların hangisinin devreye sokulacağı, varolan koşullara ve o koşullar içinde siyaset yapan insanların ihtiyaçlarına, hedeflerine göre değişir. Zaten üzerinde konuştuğumuz somut örnek, AKP kendisi, bu anlattığım durumun örneği. Gezi’ye kadarki uygulamasıyla AKP var, Gezi sonrası AKP var. Darbecileri yargılayan savcı ve yargıçlara “kefil olan” Tayyip Erdoğan var, şimdi onların izini süren Tayyip Erdoğan var; ayrıca aynı olay karşısında “ABCD” demecini veren Tayyip Erdoğan’dan başka “EFGH” demecini veren bir Bülent Arınç veya Abdullah Gül olabiliyor. Erdoğan İslâmcı’dır da Arınç başka bir şeyci midir? Kim karar verecek bunlara?

Tabii çok önemli etken, incelediğimiz şu ya da bu siyasi partinin, hareketin, çizginin, gerçek ve somut kadroların siyasî kültürleri, bu kültürün niteliği. Sahip çıkılan ideolojinin (Marksizm veya bir başkası) hangi yönde evrileceği bu kültürün özelliklerine yakından bağlı. Burada sorun da –Türkiye’de– genel. Şu ya da bu çizginin değil, toplumun genelinin ideolojisinde demokrasiyle kolay kolay bağdaşmayacak ögelerin fazlalığı endişe veriyor. Gazete basan (buna benzer birçok örnek birikti) AKP taraftarları bu bakımdan parlak bir örnek vermiyor; ama başka çizgilerin militanlarının da onlardan aşağı kalmayacağını pekâlâ söyleyebiliriz.

Etyen Mahçupyan kendisi de söylüyor bunu: “AKP’de de demokratik kültür eksikliği var ve ne Erdoğan ne de parti son dönemde bunu gidermek için bir şey yapmıyor. Hattâ birçok zaman aksi yöndeki gidişatı besleyecek bir söylem ve tutum sergilenebiliyor.” Bunu söyleyen Mahçupyan.

Tartışılacak çeşitli iddiaları var Etyen Mahçupyan’ın. Erdoğan, “geleneksel Müslüman kitleyi siyasi bağlamda İslâmcılıktan uzaklaştırıp onları İslâmi bir kültürel kuşatma içerisine alma sayesinde dindarlıkla bireyselleştirmeyi mümkün kılan kişi” imiş, örneğin. Erdoğan hızla bunun karşıtı yöne pedal çevirmeye başlamadan önce Mahçupyan’ın bu teşhislerine benzer, buna uygun bir şeyler oluyordu, ama ben bunun Erdoğan’ın yaptığı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Toplumsal bir yönsemdi bu. Erdoğan buna engel olmak için çalışmıyordu. Şimdi çalışıyor.

Bir başka tesbiti, “… siyasi muhafazakâr olan bu kitleyi spontan Türkçülükten de uzaklaştırarak çok-kimlikli bir millet tanımına getiren kişi” olarak formüllenmiş. “Tek…tek…tek” diyerek mi toplumu bu “çok-kimlikli” aşamaya getirmiş? Devam etmekte olan Kürt politikası mı bu sonucu yaratıyor? On altı Türk devletinin maskotlarının arasından geçerek mi bu kültürü şekillendiriyor? MHP’nin bütün silahlarını kendine mâl ederek mi yapıyor bu işleri?

Mahçupyan şunu söylüyor: “Türkiye’ye demokrasi yeni muhafazakâr nesiller üzerinden gelecek.”

İşte, birtakım siyasî gruplara, kadrolara v.b. teleolojik bir tarihî misyon biçmek üstüne konuşurken ben de bunu söylüyorum, yani Mahçupyan’ın bu cümlesini ve benzerlerini eleştiriyorum. “Muhafazakâr yeni nesiller üzerinden gelecek” demekle “proletarya diktatörlüğü üzerinden gelecektir” demek arasında hiçbir fark yok. Aynı kolaycı, teleolojik bakış.

Türkiye’ye demokrasi gelecekse, demokrasi için verilen mücadelelerin sonucunda gelecektir. Bu mücadelenin de bütün dünyada zorunlu biçimleri vardır. Örneğin Kuvvetler Ayrılığı yok edilerek demokrasi gelmez. Yolsuzluklar örtülüp olayları tesbit edenlerin üstüne baltayla saldıranlar demokrasi getirmez. Olmadık gerekçelerle, akla zarar “kayyum”larla “müsadere” işlerine girenler demokratik kurumlara katkıda bulunmaz.

Tayyip Erdoğan bunları ve buraya sığdırmaya gerek olmayan pek çok benzerini yapıyor. Ben de bunun için “Tayyip Erdoğan ondan [yani demokratik yoldan] vazgeçti. Bundan sonra bu yoldan bir daha dönüş yok” demişim. Etyen Mahçupyan buna pek şaşmış. “Niye acaba? Erdoğan’ın değişmemek gibi bir kaderi mi var?” diye soruyor.

İmkânı vardır herhalde, Tayyip Erdoğan’ın kendisine bir sorsun. Girdiği bu koridordan çıkmaya niyeti var mı, yok mu, Tayyip Erdoğan benden daha inandırıcı bir cevap verebilir sanıyorum.

Tut ki, “değişebilirim” dedi. Kim inanır değiştiğine? Böyle bir yazboz tahtası olabilir mi siyasette?

Mahçupyan’ın son cümlesi de şu: “Yoksa Belge hayaliyle yaşadığı ve bir türlü gelmeyen bir başka ‘kadere’ hâlâ inançla bağlı olduğu için mi?”

Ben bugün de sosyalistim. Bunun içerdiği ilkelerin insanlık için en iyi varoluş koşullarını bir araya getirdiğine inanıyorum. Ama bunun bir “kader” olduğunu hiç düşünmedim. Bu ad altında ortaya çıkmış bir şey vardı. O şeyle benim zihnimdeki sosyalizm arasında uçurumlar olduğunu gördüğüm için sonuna kadar onu eleştirdim. Sosyalistler arasında, epeycesinin gözünde, “kötü kişi” oldum.

İlahi ya da diyalektik yasaların şunu getirmekle, bunu getirmekle yükümlü kıldığı özneler yok tarihte. Çeşitli nedenlerle, ideolojik değerler ya da maddi çıkarlar ve çok zaman bunların şöyle ya da böyle bir karışımıyla, şöyle ya da böyle davranışlarda bulunan özneler var –metafizik özelliği, misyonu olmayan özneler. Demokrasiye ulaşmak için yapılması gereken şeyler var. Bunları yapmıyorsan, hattâ bunların tersini yapıyorsan, Mahçupyan’ın verdiği misyonla bu ülkeye demokrasi getirecek “muhafazakâr yeni nesiller” de olsa, diyalektiğin her türlü iyiliği getirmeye memur ettiği “işçi sınıfı” da olsa, demokrasi falan getirmiyorsun.

“Tarihî zaruret” demiyor, Mahçupyan gibi “sosyolojik bir gerçek” diyorsan, durum gene değişmiyor. Aynı nesneye diyakronik tarzda baktığımızda “tarih”, senkronik tarzda baktığımızda “sosyoloji” diyoruz. Tarih teleolojik olabiliyorsa, Mahçupyan’ın “determinist sosyolojisi” de pekâlâ olur.