"Yerseniz" Diyerek Nereye Kadar?
Ömer Laçiner
Gümrük kontrolünde, valizinde ne olduğu sorusuna “kuş yemi” cevabını veren adama memur valizini açtırır. Kol saatleri saçılır ortaya. Memurun “hani kuş yemi idi” sorusuna adamın verdiği cevap: “Valla, ben kuşların önüne atıyorum bunları; yerler mi yemezler mi onlara kalmış.”

Kuşların ne yaptığını tahmin edebiliyoruz. Ama Musul’a gönderdiği 25 tank ve 500 tam teçhizatlı komandoyu “IŞİD’le savaşacak birliklere eğitim hizmeti vermek için” diye savunan AKP hükümetinin bu açıklamasını kimse “yemedi.”

Üstelik bu kez, örneğin Rus uçağı düşürme vakasında olduğu gibi “düşürmek şart değildi ama uçak da hudut ihlali yapmış” diyen de yok. ABD’den Rusya’ya, İran’dan Ürdün’e kadar Irak “meseleleri” ile yakından ilgili tüm devletler AKP yönetimindeki Türkiye’nin Irak’ın egemenliğini açık şekilde ihlal ettiği noktasında birleşiyorlar. Dolayısıyla Irak’ın (geçici üye Ürdün aracılığı ile) acilen toplantıya çağırdığı B.M. Güvenlik Konseyi’nden Türkiye’yi geri adım atmaya davet eden bir karar çıkması kesin gibi.

Gerçi AKP hükümeti bunu fark edip Irak merkezî yönetimi ile bir uzlaşma sağlamak için uğraşmadı değil. Hatta bu arada bir miktar asker ve teçhizatın geri çekileceği de duyuruldu. Fakat Bay Erdoğan’ın geri adım atılmayacağına, hatta gerek görülürse takviye yapılacağına dair beyanları üzerine, krizin yumuşama ihtimali kalmadı. Irak yönetimi olayın bir işgal ve Irak’ı bölmeye matuf bir girişim olduğunu ilan etti. Irak şehirlerinde Türkiye bayrağının da yakıldığı protesto gösterileri yapıldı ve Türk birliklerinin gerekirse güç kullanılarak ülkeden çıkarılması talebi yüksek sesle dillendirildi.

Gerek uluslararası ve gerekse Irak içi tepkilerin öngörülemez ya da beklenmedik olduğu kesinlikle söylenemez. AKP hükümeti “eğitim yardımı” çuvalına sığmayacağı besbelli bu adımı atarken bu tepkileri alacağını mutlaka varsaymış olmalıdır.

O halde neden yaptı bu girişimi? Olayın hemen akabinde IKBY ile Mesud Barzani’yi bizzat Türkiye’ye davet ederek yapılan görüşmelere bakarak bir mantık kurmayı deneyebiliriz. Ama daha baştan zayıf, arızalı temeller üzerinden yürüyen bir mantık olabilir bu ancak. Teferruatına girmeye pek gerek yok çünkü IKBY’nin tavrı bile bu hesaba, plana aklının yatmadığını açıkça belli ediyor. Dolayısıyla ortada AKP hükümetinin, belki ondan ziyade Bay Erdoğan ve ekibinin kendi niyet ve beklentilerini gerçek yerine koyarak, “bakarsın olur” hesabıyla yaptıkları bir hamle olabilir ancak. Özetle Rus uçağı düşürerek Suriye’de yapılana benzer bir tutum sözkonusu burada da.

Buna “yersen” yöntemi diyebiliriz kanımca. Ve öyle anlaşılıyor ki AKP yönetimi ve bilhassa Bay Erdoğan bu yöntemin Türkiye iç politikasında pekâlâ “tuttuğu”ndan aldığı cüretle aynı yöntemin “dış politika”da istenen sonucu verebileceğine hükmetmiş. Veya “dış politika”da bu yöntemin işleyebilmesinin ne zemininin ne de önkoşullarının mevcut olmadığını biliyor olmasına rağmen; dış politikası tamamen çökmüş, itibarı kalmamış hale düştüğü için, sadece “ölmüş eşek kurttan korkmaz” sözü ile örtüşen o yönteme sığınmaktan başka çaresi kalmamıştır.

Hangi varsayım daha doğrudur; kesin konuşamayız ama sözkonusu “ben yaptım oldu” yönteminin Türkiye iç politikasında pekâlâ “tutmuş” göründüğü bir dizi örnek var önümüzde.

Hatırlayalım: 17-25 Aralık vakasını AKP yönetimi ilk önce bir “darbe girişimi” olarak niteledi. Beş, on savcının ve bir polis ekibinin “vurucu güç” olduğu bir “hükümet darbesi” akıl ve mantığı zorluyordu, bu bir yana da “darbeci”lerin aylarca memuriyetlerini sürdürmeleri, haklarında soruşturma bile açılmaması herhalde “darbeler tarihinde görülmemiş ve görülmeyecek bir garabetti. Ama 17 Aralık’ın üç ay sonrasında yapılan mahalli seçimde AKP seçmenlerinin hemen tamamı “yolsuzluklar”ı bu garabetlere rağmen sineye çektiğini gösterdi. Demek ki kuşlar kol saatlerini yem niyetine yiyebiliyordu Türkiye’de.

Aynı yıl Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilirken AKP yönetimi kuşlarının önüne aynı 17-25 Aralık valizini açtı. İçindekileri bu kez “hükümet darbesi” niyetine değil “paralel devlet kurma girişimi” niyetine yemelerini istedi. Bir dakika; bizzat devleti mi ele geçirmek için mi teşebbüs ettiler 17-25 Aralık’a; yoksa şimdi iddia ettiğiniz gibi perde gerisinden devleti yönetmek için mi, ikisi aynı anda mümkün olamaz mantıken diyen çıkmadı yeme bakanlar arasından. Yediler, %52 ile Bay Erdoğan’ı sarayına çıkardılar.

17-25 Aralık valizinin işi işlevi bununla da bitmedi. 2015 genel seçimlerine gidilirken, önce hükümet darbesi yaftasıyla, ardından devlet içinde devlet kurma etiketiyle valizden çıkarılan Cemaat’in bu kez de “terör örgütü” etiketiyle servis edildiğini gördük. Bırakın AKP propaganda aygıtının bu “terör örgütü”nü HDP’den MHP’ye –elbette CHP’yi de es geçmeyerek– bütün muhalifleri ile ilişkili, işbirliği halinde göstermesine “bu kadarı da olmaz” demeyi, malının mülkünün üzerine “çökülmesi”ni bile hazmetti AKP’li seçmen kitlesi.

“Cemaat” ile ilgili olanları özellikle hatırlatıyorum. Çünkü örneğin Gezi isyanı önlerine Kabataş yalanları ile bulanarak servis edildiğinde o seçmen kitlesi, “onlar” diye kendinden saymadığı bir kesim sözkonusu olduğu için atılan yemi kapışmaya zaten teşne olabilirdi. Ama “Cemaat” içlerindeydi. Aynı çarşıda, aynı mahalle ve apartmanda yaşıyor, aynı camiye gidiyorlardı. Buna rağmen hiç sorgusuz didikleyebildiler yemi.

* * *
AKP yönetimi MİT tırlarının içinde önce “insani yardım malzemesi” olduğunu söyleyip, daha sonra “silah olsa ne olur” diyebilir ve her ikisini de ağzına bakanlara onaylatabilir. Aynı şekilde önce “Rus uçağı düşürdük” diye böbürlenen bir dil kullanıp hemen ardından “Rus uçağı olduğunu bilsek olmazdı”ya çark etmesini de destek kitlesine yutturabilir. Şimdi de “Musul’a eğitim amacıyla ve Irak’ın birliğine titizlendiğimiz için zırhlı birlikler gönderdik” derken iyi etmişsiniz diyen ve diyebilecek olan bir çoğunluğun arkasında olduğunu düşünüyor ve yanılmıyor da olabilir. Ama herhalde aynı zamanda asıl olarak dış politikanın konusu olan bu olay/girişimlerde “içeri”si için geçerli olabilen gerekçelerin haklılık ve destek derecesi en alt düzeydedir. Amiyane tabirle “yemezler” bunları.

Peki de o halde AKP yönetimi ve Bay Erdoğan Tükiye’yi Rusya’yla savaşın eşiğine getirmese bile, sürekli bir gerginlik ve rekabet zeminine sürükleyen; Irak merkezî hükümeti ve müttefiki devletler ile gayet ciddileşebilecek bir sürtüşme kanalı açan hamleleri peşi sıra neden, neye güvenerek, neyi hesaplayarak yapıyor?

Bir önceki yazıda söylediklerimi tekrarlamanın ötesinde bir cevabım yok bu sorulara. AKP yönetimi ve Bay Erdoğan, Ortadoğu’da “taşların yerinden oynadığı” 2010’lu yıllar boyunca izlemiş oldukları politikalarla hem bölge halkları nezdinde hem de devletler arası düzeyde ağır bir itibar, güven ve prestij kaybından başka bir sonuç edinemediklerini görmenin öfkesi ve şaşkınlığı içinde; önümüzdeki yıl başlayacak “Ortadoğu’ya yeni düzen” perspektifli uluslararası müzakerelerde etkin rol kapabilme telaşı içindedir. ABD ve Rusya’nın “süper güçler” statüsü ile, Mısır ve Suudi Arabistan’ın Arap dünyasındaki ağırlıkları ile, İran’ın kendi içinde tutarlı ve uzun vadeyi dikkatle gözeten tutumuyla sağladığı prestij ile esas aktörler olarak yer alacakları şimdiden belli görüşme-müzakereler masasında Türkiye –AKP yönetimi– ancak şu son sıralarda art arda yaptığı emri vaki türünden hamlelerle kendine –cüssesine uygun– bir yer açma gayreti içinde gibi görünüyor.

Serinkanlılıkla değil, neredeyse şirret bir üslupla sarf edilen bir gayret bu. O nedenle de masayı sallıyor olmayı veya masadakilerden birini kızdırıp veya sabrını taşırıp kendine saldırmasını bile göze almış, aldırmıyor gibi görünmekten de çekinmiyor.

Umarız, hepimiz için yüz kızartıcı bir sonuçla karşılaşmayız.