19 Ocak’ta Ne Olmuştu?
Polat S. Alpman
Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde, saat 15:00 civarında, genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin Şişli’deki ofisinin önünde katledildi. Aradan günler, aylar, yıllar geçti ve 28 Kasım 2015 tarihinde Tahir Elçi katledildi. Göz önünde gerçekleşen bu iki cinayetin arasında yaşanan ve yaşanmakta olan yüzlerce ölüm hikayesi bazen mimli bir mahallede, bazen bir madende, bazen akla hayale gelmeyen yerlerde karşımıza çıktı, çıkmaya da devam ediyor. Memleket için sıradan hadiseler, haber değeri 1– 3 gün arasında değişen haberler ve milli itibarımıza halel gelmediği sürece, kendi içimizde halletmemiz muhtemel meseleler... “İnsan gerçekten hayret ediyor!”, nasıl etmesin?

19 Ocak 2007 tarihinde, bugün yaşamakta olduğumuzdan -gerçekten- farklı olan ne olmuştu? Sıradan bir gün, sıradan kalabalıklar, sıradan telaşlar ve mevsim normallerinde seyreden bir sıcaklık... sokak ortasında haince katledilen bir gazeteci, iyi Ermeni, iyi sosyalist ve memleketin sıradan ve gittikçe sıradanlaşan gündemlerinden biri! Her 19 Ocak’ta Agos’un önüne yürüyen kalabalığın ellerindeki dövizin üzerinde yazan “19 Ocak’ta Ne Olmuştu” sorusunun önemi birazda bu sıradanlıkta gizli...

Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden 9 yıl geçti. Yoğun bir linç ve nefret ikliminin ortasında kalakalmış bir avuç insanın gittikçe daha çaresiz hale getirilmesinin ve hukukun, bürokrasinin, standart vatandaşlık imtiyazlarının hepsinin birden geçersiz hale gelmesinin sonucunda, Hrant Dink katledildi. Dink’in katledilmesiyle birlikte ortaya çıkan toplumsal itiraz ve hatta talepkârlık Türkiye’nin bir toplum olma iddiasını ve ısrarını destekler nitelikteydi. Herkesin hafızasında kalan “hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” sloganının beklenmedik etkisi “ne Ermeni’si ulan, hepimiz Türk oğlu Türk’üz” ya da “hepiniz Ermeni’siniz, hepiniz hainsiniz” ile karşılandı. Nihayetinde haince katledilmiş bir insanın tarihsel ve toplumsal varlığıyla empati kurmanın ya da daha basitçe ifade etmek gerekirse, mağdurla dayanışma duygusu gibi medeni ve insani bir hissiyat bile egemen sosyo-politik aklın betonarme çehresine çarpmaktan kendini kurtaramadı ve bu “menfur” sloganı hızla terk eden geniş kalabalıklar olarak, yine kendi kendimizle baş başa kaldık.

Davanın seyrinden bahsetmeyeceğim (burada daha önce yazdığım kısa bir yorum var. Ayrıca ilgi duyanlara, davanın avukatlarından Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum: Hrant Dink Cinayetinin Yargısı” isimli kitabı fazlasıyla yardımcı olacaktır). Ancak bunun dışında ve aradan geçen 9 yılda dinmeyen, sükûnet bulmayan, teskin edilmeyen yas ve keder halinin nedenlerini anlamak gibi esaslı bir meselemiz var. Bu nedenle “19 Ocak’ta Ne Olmuştu” sorusunu önemsiyorum. Bunu, 19 Ocak’ta olan şeyleri unutturmamak adına değil, artık ve bir daha tekrar etmemesinin gerçek, hakiki, sahici anlamda yapısal koşullarını oluşturma umudunu elimizde tutarak ifade ediyorum. Dolayısıyla “19 Ocak’ta Ne Olmuştu” ifadesi, soru cümlesi olarak ifade edilen ancak cevabı bilinen ve buna rağmen ısrarla, inatla sorulan bir soru olarak ortada durmaya devam ediyor.

Birilerinin, bilhassa hükümetin ve dahi parlamentodaki her türden siyasal grubun, Dink ailesine, Ermeni cemaatine, Türkiye soluna ve hülasa Türkiye toplumuna Hrant Dink’e, ve onun manevi şahsında bütün kurbanlara, ne olduğunu açıklama yükümlülüğü, sorumluluğu var. Henüz kimse bunu üstlenmiyor, afaki ve hiçbir söylemeyen cümlelerle geçiştiriliyor, hatta aralarında paslaşıp bu soruları buharlaştırmaya çalışıyor olsalar bile “19 Ocak’ta Ne Olmuştu” sorusu ortada durduğu sürece bu talep ortadan kalkmayacak. Çünkü bu soru, sadece Dink’in katledilmesiyle ilgili bir soru değil. Bu soru, Türkiye’deki cinayet şebekelerinin istikrarını parçalamak ve hukukun üstünlüğünü tesis edebilmek için hayati önemdedir. Dink’in katledilmesine neden olan süreç adım adım takip edildiğinde görülebileceği gibi konu basit bir ihmaller silsilesi olarak geçiştirilemeyecek kadar vahimdir. Bu nedenle “19 Ocak’ta Ne Olmuştu” sorusu memleketteki münferitleştirme ve böylelikle süreklilik arz eden hukuk dışılığı, özellikle mevcut konjonktüre havale ederek normalleştirme goygoyculuğunun bitmesi için gerekli, önemli, hayati bir soru olarak ortada durmaktadır. Bir türlü bitmeyen, bitmesi istenmeyen, birilerinin işine yarayan ve bu yüzden hep diri tutulan, toplumu kendi içinde ve kendi kendisiyle tasfiye etmeye hevesli “19 Ocak” iklimi değişmeden, ortadan kalkmadan kalıcı ve sahici bir toplumsal mutabakat mümkün mü?

Bugün yaşamakta olduğumuz kederli ve kıyıcı gündemin hakiki ve esaslı çözümü için “19 Ocak’ta Ne Olmuştu” sorusunu sadece küçük ve kendini tehdit altında hisseden küçük bir azınlığın değil, toplumun tümünün, hiç değilse önemli bir kısmının sahiplenmesi gerekir. Bu soruyu sahiplenmeyen, bu sorunun peşine düşmeyen, bu soruyu es geçerek şimdiyi analiz etmeye çalışan bütün arayışlar ve açıklamalar ortalığı kaplayan hakim renge bürünmekten kendini kurtulamaz. İşte bu nedenle ısrarla, inatla ve büyük bir ciddiyetle soruyoruz: “19 Ocak’ta Ne Olmuştu”, ne oluyor?