Felaketten Çıkış İçin İki Adım
Cuma Çiçek
“Hem başkanlık hem özerklik: Uzlaşı mümkün mü?” başlıklı önceki yazıda anaakım Kürt Hareketi ile AK Parti arasında rejim değişikliği konusunda bir uzlaşı imkânını ele aldım. Temmuz ayından bu yana süregelen çatışmalarda en az 170’i sivil olmak üzere 1000’e yakın insanın yaşamına mal olan ve sivil insanların yaşam alanlarını kuşatan çatışmalar Kürt meselesinin barışçıl demokratik yollarla çözümü ve uzlaşı meselesini daha fazla tartışmamız gerektiğini gösteriyor. Bu yazıda önceki yazıdaki tartışmayı sürdürmek istiyorum.

Kürt meselesinin siyasi çözümü için yapılması gereken çok şey var. Bununla beraber, aylardır yaşadığımız felaketten çıkış için kanımca iki adım kritik öneme sahip: Anadilde eğitim ve yerel demokrasi. Bu iki adım çerçevesinde sağlanacak bir uzlaşı bugün çok uzak görülen siyasi ve demokratik bir çözümü sağlayabilir.

Anadilde eğitim

Anadilde eğitim, Kürt kültürel kimliğinin yeniden üretimi ve gelecek kuşaklara aktarımı için asgari şartları sağlayacaktır. Dünya deneyimleri, iki dil arasında kurulacak yasal eşitliğin, uzun süre baskı altında kalmış dilleri canlandırmaya yetmediğini gösterse de, anadilde eğitim hakkının tanınması Kürt meselesinin silah ve şiddet yolundan siyaset yoluna evrilmesi konusunda çok büyük bir etki yaratacaktır.

Dilsel ve kültürel haklar konusunda bu güne kadar atılan adımlar dikkate alındığında, anadilde eğitim konusunda AK Parti hükümetinin önemli bir zemine sahip olduğu söylenebilir. TRT-6, üniversitelerde açılan yaşayan diller enstitüleri, Kürt dili ve edebiyatı lisans programları, son olarak özel liselerde Türkçe/Kürtçe iki dilli eğitimin önünü açan adımlar dikkate alındığında ve bu konuda toplumun gösterdiği destek hatırlandığında, hükümetin önünde bu konuda dikkate değer bir engelin olmadığı söylenebilir.

Yerel demokrasi

Yerel ya da bölgesel ölçekte bir âdem-i merkezileşme bu konuda ikinci ön açıcı adım olacaktır. Anaakım Kürt Hareketi’nin meselenin çözümü için “demokratik özerklik”, “özyönetim” kavramlarıyla formüle ettiği çözüm modelleri, son olarak DTK’nin 14 madde olarak sunduğu bölgesel özerklik talebi, yerel ya da bölgesel ölçekte bir âdem-i merkezileşmeyle belli ölçüde karşılanabilir.

“Demokratik özerklik”, “özyönetim” kavramları, özellikle de son aylarda yaşadığımız büyük yıkım sonrası ne yazık ki kredibilitelerini Türkiye ölçeğinde büyük oranda yetirdiler. Bu konuda, Dolmabahçe açıklamasında bu kavramlar yerine “yerel demokrasi” kavramının tercih edildiği hatırlandığında, bu kavram ya da yerelleşme/âdem-i merkezileşme kavramı etrafında bir kamu yönetimi reformu ön açıcı olabilir.

Bu konuda da hükümetin önemli bir zemine sahip olduğu söylenebilir. Bu konuda hatırlamamız gereken ilk husus kuşkusuz 2004 yılında gündeme gelen kamu yönetimi reformu paketi. O dönem muhalefetin ve Cumhurbaşkanı Sezer’in karşı çıkışları sonrası gündemden düşen bu reform paketi yerel demokrasi konusunda önemli bir dayanak noktası teşkil ediyor. Nitekim DTK Eşbaşkanı ve İmralı Heyeti üyesi Hatip Dicle, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, Barış/Çözüm Süreci’nde yerel demokrasi, özerklik tartışmaları kapsamında bu reform paketinin gündeme geldiğini ifade ediyor. Özetle, AK Parti’nin yerelleşme konusunda dikkate değer bir kurumsal referansa sahip olduğu ortada.

2004 yılı sonrası AB üyelik süreci kapsamında İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması sonrası sosyo-ekonomik planlama için oluşturulan 26 ikinci kademe bölge ve 12 birinci kademe bölge, âdem-i merkezileşme konusunda bir diğer önemli zemini oluşturuyor. Sosyo-ekonomik planlar için oluşturulan bu bölgeler Kürt meselesinin siyasi çözümünü kolaylaştıracak bir bölgesel âdem-i merkezileşme projesi kapsamında birtakım idari ve siyasi yetkilerle donatılabilir.

Bu konuda son olarak 2014 yerel seçimleriyle birlikte yürürlüğe giren yeni büyükşehir yasasından bahsedebiliriz. Bu yasayla birlikte mevcut 16 büyükşehir 30’a çıkarılmış, bu şehirlerde il özel idareleri ve il genel meclisleri feshedilerek, büyükşehir belediyesi meclisine dayalı tek meclisli bir yönetime geçilmiştir. Büyükşehir belediyelerinin yetki sahası şehir merkezinden il sınırlarına genişletilmiştir. Bütçe, yetki alanı gibi dikkate değer sınırlara rağmen, yeni büyükşehir düzenlemesi 30 bölgeye dayalı bir âdem-i merkezileşme projesinin zemini olabilir.

Çıkış yolu

Aslında, Türkiye’deki mevcut şartlar, aktörlerin pozisyonları dikkate alındığında, 26 ikinci kademe istatistiki bölge ve 30 büyükşehir düzenlemesinin uyumlu hale getirilmesiyle oluşturulacak 25-30 bölgeye dayalı bir âdem-i merkezileşmenin en makul seçenek olduğu söylenebilir. Özerk ya da federe bir Kürdistan bölgesi içermeyen, Türkiye ölçeğindeki bir bölgesel âdem-i merkezileşme hem Kürtleri tatmin edebilir hem de Türkleri ikna edebilir.

Bu noktada Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan şerhlerin kaldırılması iyi bir başlangıç olabilir.

Yukarıda resmetmeye çalıştığım iki adım belki Kürt meselesine ideal bir çözüm sunmayabilir, bazılarını tatmin etmeyebilir. Ancak Kürt meselesinde silah ve şiddet seçeneğini ortadan kaldıracaktır.

Bu noktada, çatışma bölgelerinde yaşayan, günlerce sokağa çıkamayan, yaşam hakkı başta olmak üzere en temel haklardan mahrum kalan Kürtler başta olmak üzere bu ülkede yaşayan herkesin hem AK Parti hükümetine hem de PKK/KCK’ye sorma hakkı var: Ortada bu tür makul seçenekler varken, siyasal uzlaşının zemini varken sivil insanların evlerinin, sokaklarının, mahallelerinin, okullarının, hastanelerinin, pazarlarının, ibadethanelerinin, özetle yaşam alanlarının yerle bir olmasıyla sonuçlanan yollar niye?