Faşizm
Erdoğan Özmen

Sadece iktidara ve güce tapmak. Yüce değer ve ideallerin iktidar ve güce duyulan şehvetin ağırlığı ve aşırılığı altında tamamen silinmesi ve yok olması. İktidarın ve gücün sınırlarını daha da genişletmek için her türlü kuralı, yasayı, ilkeyi durmaksızın çiğnemek. Hiçbir adalet ve insaf ölçüsüyle bağlı saymamak kendini. Bir iktidar ve güç stratejisi olarak faydalı olduğu oranda –sadece bunun için– her defasında yeni düşman kategorileri yaratmak ve o sırada mağdur olan, onuru çiğnenen, hakkını hukukunu ekmeğini kaybedenlerin kaderini hiç umursamayan bir taşkalpliliğin ve zalimliğin sıradanlaşması.   

Faşizm, belki de en başta, mütemadiyen bir iç düşman kategorisi yaratma cehdi, bu aşırı tutkudur. O iç düşman, “alçak ve vatan haini” topluluk, başların ve ayakların yerli yerinde durduğu bir beden, canlı bir organizma olarak tasavvur edilen toplumun sıhhatini, ahengini ve uyumunu bozan şer odağıdır. Gayri-meşru bütün yol ve araçları kullanarak işin kaymağını yiyen, kendine haksız ayrıcalıklar sağlayan, zevku sefa düşkünü o grubun yok edilmesi, milli bünyenin restore ve ihya edilmesi için elzemdir faşist için.   

Demek ki, faşizmin programı en temelde, kapitalizmin yapısal bölünmesinin ve sınıf mücadelesinin yerine, iç gıcıklayıcı ve müstehcen çağrışımlar uyandıran o hainlerin ikame edilmesinden ibarettir. Bu, faşistin “yüce milletine” hedef gösterdiği, karaladığı, bütün başarısızlıkları ve fenalıkları fatura ettiği grubun tümüyle ortadan kaldırılmasına müsaade edemez oluşunun ya da sürekli yeni düşman kategorileri yaratmak zorunda kalışının da nedenidir. Zira başarıya ulaşmış, nihayet kendi kendisiyle tam olarak özdeşleşmiş faşist bir toplum çoktan faşist olmaktan çıkmış bir toplum değil midir?   

O halde bütün şiddet araçlarının gaddarca kullanıldığı bir tür sterilite ve saflık arayışının adıdır faşizm. Topluluğun mutlak ve eksiksiz uyumunun vurgulanması, bütün farkların saldırganca, ezilerek tasfiyesinin savunulması olduğu ölçüde radikal olarak kötüdür. Kavramı zorlayarak söyleyecek olursak, bir kötülük “etiğidir” faşizm. Faşizmin çekirdeğindeki şeyin ölümün kutsanması ve korkunç bir iktidar-arzusu olması bundandır. 

Bu faşizm anlatısı, bütün bunları planlayan, değerlendiren, öngören rasyonel bir fail, kendi söyleminin, kararlarının ve seçimlerinin mutlak efendisi olan, saf bilinçten ibaret bir özne varsayımına yaslanmıyor mu? İktidarı ve gücü, örneğin tamamen politik ekonominin icapları uyarınca talep eden, imtiyazlarını kaybetmemek, birikmiş suçlarının hesabını vermemek için yoğunlaştıran ve tahkim eden, kendinin her daim farkında olan bir aktör fikri yok mu burada?

Tam tersi söz konusuysa peki? Politik ekonomiden çok önce libidinal ekonominin terimleriyle anlayabileceğimiz bir özneyse karşımızdaki? Bütün somut faillerin güç ve iktidar arzularını da kapsayan ve aşan daha genel bir yapıyla karşı karşıyaysak? Çoktan sapkın (pervert) bir ruhsal yapıya tabi olan, zevki (jouissance) primitif fallik fazda yakalanmış, orada takılı kalmış zavallı bir figürse faşist özne? Faşistin düşman ötekine yönelmiş habis nefreti, kendi zevkinin aşırılığına duyulan nefretse aslında?

Psikopatolojinin ve ruhsal kimliğin gelişimine içkin en temel mesele şudur: Varolan semptomlar için ya Öteki* tümüyle muaf sayılır ve suç/sorumluluk sadece hastaya yüklenir. Ya da hasta bütün sorumluluk ve kabahatten azade kılınır ve suç ötekinde konumlandırılır. Apaçık bir açmazdır bu: Çünkü aile ve çevrenin çocuklar üzerindeki etkilerini (patolojik etkiler de dahil) yadsıyamayacağımız gibi bizzat çocukların da kendi damga ve etkilerini kazıyarak mevcut çevrelerini o haliyle yarattıklarını da yadsıyamayız. Freud’un “nevroz seçimi” kavramıyla kapsamaya çalıştığı işte bu olasılıklardır. Buradaki seçimin bilinçli seçimle hiçbir ilişkisinin olmadığı, deyim yerindeyse birey-aşkın bir zorunluluğu ima ettiği yeterince açık olmalı.

Söylemeye çalıştığım şu: Günümüzün egemen öznellik biçimi sapkınlıktır ve sapkının politik bir temsiliyet kazanması ancak ve sadece faşizm biçiminde, faşizm kılığında olabilir. Otoriter/totaliter heves ve eğilimlerin tüm dünyada yükselişinin ve güçlenmesinin gerisinde bu derin yapı vardır.

Daha önce de yazmıştım, oradan aktarıyorum**:   

“En temel düzeyde kastrasyonu inkar eder (disavowal/verleugnung) sapkın ve ikili bir konum benimser: Hem fallik eksiği inkar eder (kendisi ve anne için), ama aynı zamanda (dünyanın geri kalanı ve baba için) onun varoluşunu kabullenir. Demek ki sapkın, eksiğin ve düzenleyici yasanın hem kabul hem de inkar edildiği bölünmüş bir dünyada yaşar. Aynı anda birbirine tümüyle zıt tavır ve görüşlere kolayca ve arsızca geçivermesi bundandır. Daima iki yüzlüdür sapkın.

“Sapkın, büyük Öteki’nin bazı figürlerine (Tanrı ya da tarihten, partnerinin arzusuna kadar) doğrudan erişiminin bulunduğunu ve böylece dilin bütün muğlaklığını bertaraf ederek direkman büyük Öteki’nin istencinin bir aracı olarak edimde bulunabildiğini iddia eder. Bu anlamda hem Usame Bin Ladin hem de Başkan Bush, politik olarak düşman olmalarına karşın bir sapığın yapısını paylaşırlar. Her ikisi de edimlerinin doğrudan ilahi istenç tarafından düzenlendiği ve yönlendirildiği varsayımı üzerinden edimde bulunurlar (Zizek, How to Read Lacan, s. 116) 

Sapkın özne, ötekine ilişkin senaryosunu daima belirgin bir güç ve iktidar ilişkisi içinde icra etmek için çabalar. Kendi gücünün/iktidarının tam olarak anlaşılmasını ve buna teslimiyet gösterilmesini ilk sıraya yerleştirir. Örneğin mazohist, ne yapması gerektiğini ötekine açıkça dikte eder. Pedofil, dünyayı üstün ve aşağı varlıkların toplamına indirgeyerek, aşağı olanların üstün olanlara tabi kılınması için zorlanmasını kendine hak görür. Bu, daha geniş bir çerçevede dünyanın ve tüm ötekilerin kontrol ve manipüle edilmesi ihtiyacına yaslanır. Sapkının paradoksal bir biçimde, yeni bir haz etiğini talep ve tebliğ eden din görevlisi kılığında ortaya çıkması bundandır.

Şunu da eklemeliyiz: İnsanlık tarihinin farklı evrelerinde geçerli olagelmiş, konuşan özneler olarak varoluşumuzun garantisi ve kendi kendimizi büsbütün yıkıma uğratmanın ve yutup yok etmenin en esaslı engeli olarak, bizzat insanlık medeniyetinin o sıradaki somut çerçevesi ve araçları bağlamında ortaya çıkmış/kurulmuş bütün Öteki figürlerinin hükmünü yitirdiği bir zamanın semptomudur sapkınlık. Kapitalizmin, sermayenin, piyasanın kahredici koşullarının ve zamanının klinik yapısı… Bu aynı zamanda, sınırsız zevkin, Ötekinin zevkinin mümkün olduğuna inanmaya devam eden, ve kendini bir araç/aracı olarak konumlandırdığı yerde o imkanın teminatını gören sapkın öznenin niçin yaygınlık ve derinlik kazandığının acıklı arka planıdır. 

Eşitlik, kardeşlik, haysiyet ve demokrasi mücadelesinin, bugün somut bireyleri aşan sapkın/faşist bir örgütlenme, yapı ve ahlaka karşı bir biçim almış olan o mücadelenin daima ve zaten anti kapitalist bir mücadele olduğunu unutmayalım diye…


* Hem somut ötekiler, ebeveynler hem de onlar aracılığıyla ete kemiğe bürünen ve aktüalize olan dil, toplumsal çevre ve kültür anlamında Öteki. 

** “Genelleşmiş Sapıklık”, Birikim Haftalık, 3 Şubat 2014.