Silâhlara Veda
Cuma Çiçek

“Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor. 

Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz. Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;

Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.

Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun.

Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.

Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.”

Yukarıdaki alıntılar, Öcalan’ın 2013 Newroz çağrısından.

Çarçur Edilen İmkân ve Değişmeyen Beklenti

İnsani, sosyal, ekonomik ve mekânsal anlamda büyük yıkımlara neden olan 30 yıllık bir çatışma döneminden sonra, devletin bilgisi ve onayıyla, Diyarbakır gibi sembolik bir merkezde, sembolik bir günde, bir milyona yakın insanın huzurunda, PKK’nin rakipsiz lideri tarafından yapılan bu çağrıyı hatırlayınca, toplum olarak, sivil toplum örgütleriyle, medyasıyla, akademisiyle, siyasi kurumlarıyla çok büyük bir imkânı çarçur ettiğimizi kabul etmemiz gerekiyor.

Çok değil daha bundan bir yıl önce PKK’nin silahlı güçlerini sınır dışına çekmesini ve silahı Türkiye’de bir bütün olarak bırakmasını tartışıyorduk. Şimdi şehir çatışmaları içine gömülmüş durumdayız.

İnsanların ölümüne, on binlerin zorunlu göçüne büyük bir utanç içerisinde tanıklık ediyoruz. Sivillerin yaşam alanlarını çatışma alanına dönüştüren silahlı aktörler değil sadece, tüm bunlara tanıklık eden, gören ya da görmezden gelenler olarak hepimiz yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla bu insani ve toplumsal yıkımın hem siyasi hem de ahlaki sorumluluğunu taşıyoruz.

2013 Newroz’undan bu yana ne değişti peki? Belki bu konuda “Rojava” akla gelebilir. Ancak hatırlayalım: Cizîr, Kobanî ve Efrîn kantonları 2012 yaz aylarında ilan edildi. Yani Newroz çağrısından aylarca önce.

Newroz meydanını dolduran milyonlar hâlâ barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm diyor. Ve bunun için hem devletin “terör” ve “güvenlik” yaklaşımından vazgeçmesi gerektiğini, hem de PKK’nin silahını sahadan çekmesi gerektiğini iyi biliyor. Buna rağmen, mevcut göstergeler ne devletin/hükümetin ne de PKK’nin sokağın barış ve çözüm beklentisinin değişmediğini gördüğünü, görmek istediğini gösteriyor.

Barışa Ses Vermek, Ama Nasıl?

Dün HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş insanları “barışa ses vermeye” çağırdı. Barışa ses verenlerin sayısının ve gücünün artacağını umalım. Bununla beraber, barışa dönük yol almamız meselenin “nasılını” konuşmamızı gerektiriyor. 

Kanaatimce bu konuda üç kritik acil adıma ihtiyaç var. Barışın inşası bu alanlarda kat edeceğimiz yola bağlı.

İlk olarak, Temmuz ayından bu yana yaşanan yıkımların - bütünen mümkün olmasa da- telafisine ihtiyaç var. Sivil ölümlerinin, insan hakları ihlallerinin etkin bir soruşturmasına, 200 bine yakın insanın barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları için acil bir eylem planına ihtiyaç var.

Tüm bu çabalar için çok ölçekli ve çok aktörlü bir seferberliğe, sosyal dayanışma ağlarının hızlı ve yaygın biçimde kurulmasına ihtiyaç var. Bu konuda en büyük sorumluluk devlete düşüyor. Bu ihtiyaçların ailelere yapılan aylık 1000 TL’lik yardımla karşılanamayacağı çok açık.

Ayrıca, yıkılan kentlerin, mahallelerin, sokakların yeniden inşasına ihtiyaç var. Bu konuda, özellikle Sur gibi alanlarda dikkate değer bir kentsel rant kaygısının olduğunu ifade edelim. Türkiye’deki kentsel dönüşüm deneyimleri bizlere dönüşüm projelerinin “kıymetli” arazilerdeki “kıymetsiz” yapıların yıkılarak, yeni “kıymetli” yapıların inşasıyla rant üretimine ve bu rantın paylaşımına dayandığını gösteriyor. Bu anlamda kentsel dönüşüm projelerinin “yerinde dönüşüm”, mekânsal, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları kapsayan “bütüncül dönüşüm” yaklaşımlarıyla ele alınması için çaba göstermek gerekiyor.

İkinci olarak, kentlerin silahlardan arındırılması gerekiyor. Çatışmalar Cizre ve Sur dışında bitmiş durumda. Bu iki ilçede de bitme noktasında. Bu noktada “temizlik”, “direniş”, “zafer” gibi söylemlerden uzak durarak, çatışmaların kazananının olmadığını, herkesin kaybettiğini hatırlayarak mevcut durum yeni bir çatışmasızlığın başlangıcı için fırsat olarak değerlendirilebilir. PKK’nin Türkiye’de silahlara veda etmesini tartışırken şehir merkezlerinde silahlı birliklerin kurulması yeni bir çözüm sürecini neredeyse imkânsız kılıyor. Bu anlamda, bu silahlı birimlerin şehirleri terk etmesi yeni bir müzakere süreci için önemli imkânlar yaratacaktır.

Son olarak, Newroz çağrısından bu yana neredeyse üç yıl geçmesine rağmen AK Parti hükümeti hâlâ bir çözüm paketini kamuoyuna sunmuş değil. Bu konuda hükümetin Kürt meselesinin çözümü konusunda ne planladığını açıklaması gerekiyor. DTK, HDP bu konuda 14 maddelik bir tür bölgesel yönetim teklifini tartışılmak üzere kamuoyuna sundu. Bu anlamda hükümetin sürekli olarak aktörleri dinleyen bir pozisyondan öteye giderek kendi planını “istişareye” açması gerekiyor. Sadece HDP ile istişare etmesi gerekmiyor hiç kuşkusuz. Diğer Kürt siyasi gruplarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, kanaat önderleriyle, akademisyenlerle tartışması çözümün inşasını kolaylaştırabilir. Ancak bunun HDP’siz olamayacağı açık.