Kürdistan'da Son Durum
Arzu Yılmaz

Kürtlerin tarih sahnesinde politik bir özne olarak çıkışının, içinden geçtiğimiz sürecin en önemli sonuçlarından biri olacağını söylemek şimdiden mümkün. 

Dünyanın devletsiz en kalabalık halkı olarak tanımlanan Kürtler, uzun yıllar süren bir mücadelenin sonunda, nihayet kendi kaderlerini belirleme gücüne kavuşmuş görünüyor. Bu gücün Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde ne kadar etkili olabileceği tartışmalı olsa da, en azından Kürdistan ölçeğinde, artık Kürtlere rağmen herhangi bir siyasi projenin hayata geçirilemeyeceği belli.

Zira Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) bağımsızlığı konusunun bir ihtimal olmaktan çıkıp bir zamanlama meselesi haline gelmesi ya da Rojava Yönetimi’nin en son ABD ve Rusya’dan gördüğü açık destek bu öngörünün en somut göstergeleri.

Ancak, tartışmasız bir siyasi başarı olan bu durumun, Kürtlerin gündelik hayat akışına ve gelecek tahayyüllerine etkisi henüz muğlak. En özet ifadesiyle, Kürt siyasal partilerinin askeri ve siyasi alanda elde ettiği başarılarla, Kürtlerin yaşadığı perişanlık ve umutsuzluk arasında açıklanması güç bir kopukluk var.

Selahaddin Üniversitesi’nden Dr. Murat Hakim’in yaptığı alan araştırması bu kopukluğu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Ocak 2016 tarihinde Hewler’de (Erbil) 850 denekle gerçekleştirilen yüz yüze görüşmeler, her şeyden önce bugün KBY’nin karşı karşıya kaldığı sorunların asıl kaynağının IŞİD değil, ekonomik kriz olduğuna işaret ediyor- %60’a göre IŞİD yalnızca bu krizi daha da ağırlaştıran bir faktör. Öte yandan, Kürt partileri arasındaki uzlaşmazlığın sözkonusu krizi ağırlaştırdığını düşünenlerin oranı ise %83. Nihayetinde, %75’in kanaati siyasi liderlerin ve kadroların halkın yaşadığı zorluklarla ilgilenmediği yönünde. Bu bağlamda, KBY’de büyük bir yolsuzluk düzeni olduğunu düşünenlerin oranının %87 olduğunu vurgulamakta fayda var.

Hal böyleyken, Kürtler için tarihi bir ideali gerçekleştirmenin yanında KBY’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çıkmazdan kurtuluşun da bir reçetesi olarak benimsenen bağımsızlığı, halkın en azından acil bir çözüm planı olarak değerlendirmediği açık. Zira %55 krizden çıkışın yolunun Bağdat’la ilişkileri geliştirmekten geçtiğine inanıyor; ki bu tercihin bağımsızlık tartışmalarının tam da gündemin birinci sırasına yerleştiği bir zamanda ortaya çıkması dikkat çekici. Bu çerçevede, uluslararası toplumun tıpkı IŞİD konusunda olduğu gibi KBY’ye destek olacağını düşünenlerin oranın yalnızca %30 olduğunu; komşu ülkeler Türkiye ve İran’a dayanarak ayakta kalınabileceğine inanmayanların oranın ise %77-78 olarak saptandığını kaydetmek gerekiyor. 

Bu tablonun işaret ettiği tehlikelere karşı tedbir almak için harekete geçen tek parti Kürdistan Demokrat Parti (KDP) gibi görünüyor. Henüz iki gün önce yapılan açıklamada, KDP’nin parti yetkililerinin mal varlığının denetlenmesi yönünde karar alındığı duyuruldu. Bu karar gereği doğrudan Mesud Barzani’ye bağlı bir komisyonun görevi şu olacak:

1. KDP üyeleri, KDP kurumlarında çalışan veya onların referansıyla çalışan kişilerin mal varlığı gözden geçirilecek, yasadışı yollarla elde edilen mal varlığı, ilgili mercilere iade edilecek.
2. KDP organlarına bağlı kurum ve şirketlerle KDP yetkililerine ait şirketlerin tamamı gözden geçirilerek sermayeleri ve yönetim yapıları belirlenecek, söz konusu şirketlerin gelirleri KDP’ye geri kazandırılacak.
3. Tarım, ticaret veya yatırım amaçlı verilen kamuya ait bütün gayrimenkuller gözden geçirilecek. Bu kapsamda KDP yetkililerine verilen bütün gayrimenkullere belli oranda faiz uygulanacak.
4. KDP’ye geri kazandırılan gayrimenkul ve sermayenin belli bir bölümü uygun bir mekanizma vasıtasıyla şehit yakınları, Enfal mağdurları ile Peşmerge ailelerine verilecek.
5. KDP’nin yatırım birimi gözden geçirilerek şeffaf olması sağlanacak ve yeninden düzenlenecek.
6. KDP gölgesinde yasal şekilde ticaret yaparak başarılı olan şirketlerin kazançlarının belli oranda partiye aktarılması sağlanacak. KDP’nin sözkonusu şirketlerle profesyonel bir ilişki kurması için uygun bir mekanizma geliştirilecek.
7. Yukarıda belirlenen maddeler çerçevesinde KDP’ye geri kazandırılan mal varlıklarına ilişkin mali bir birim oluşturulacak.

Bu tedbir hamlesi sonuç verir mi, meçhul. Ama daha ilk bakışta sözkonusu soruşturmaların bağımsız bir komisyon tarafından yapılmayacak olması ya da kayıpların telafisi için –eğer tespit edilebilirse- haksız kazançların KBY yerine KDP kasasına aktarılacağının ilanı zaten yeterince sorunlu. 

Şimdilik emin olduğumuz tek şey, KBY ölçeğinde, Kürt siyasi partilerinin hedefleri ve pratikleriyle, Kürt halkının öncelikleri ve beklentileri arasındaki mesafenin giderek açıldığı.

Bu durumun yaratacağı en erken sonucun ise bölgesel ve uluslararası alanda nihayet elde edilen siyasi temsil kabiliyetinin, diğer tüm faktörlerden önce, Kürt halkını temsil kapasitesinde yaşanan sorunlar nedeniyle sınırlanmasının muhtemel olduğudur.

Bugün benzer bir tablonun Türkiye Kürdistanı’nda yaşandığını da söyleyebiliriz. Sanırım şu önermeye karşı çıkan çok az insan olacaktır. PKK’nin Kürt halkı için değeri her şeyden çok bir savunma gücü olmasıdır. Kendini yıllarca yaşadığı zulüm karşısında çaresiz hisseden Kürtler PKK ile görece bir savunma becerisi elde etti. Bir Botan köylüsü bunu kendi deneyimine referansla son derece sade bir dille şöyle ifade etmişti: “Çocukken Türk geliyor dendiği zaman dağa kaçardık. PKK gelince artık kaçmadık. Direnmeyi öğrendik, gün oldu Türk bizim önümüzden kaçtı”…

Ancak, özellikle son altı ayda yaşananlar PKK’nin bir savunma gücü olarak Kürtler arasında kazandığı değeri aşındırdı. Cizre bodrumlarında katliama kurban gidenler bunun son göstergesi: Katil belli ama bir sorumlu aradığınızda hemen herkes “Bizimkiler savunamadı” diyor. Bu bağlamda, devletin tüm imkânlarını seferber ettiği halde Sur ya da Cizre’deki direnişin bugüne kadar sürmüş olmasını bir başarı hikâyesi olarak sunmanın zemini yok. Şu çok açık ki Kürtler yaşanan şiddet karşısında savunmasız ve sahipsiz. Bırakın canların korunmasını, canını kurtarıp kendi yaşadığı şehirde sığınmacı olanlara bile sahip çıkan yok. Devletin yardımına muhtaç olmaktan rahatsız, kapı kapı dolanıp yardım istemekten ise utanıyor insanlar…

En ağır olanı da Kürtlerin kendilerini yeniden “mağdur” pozisyonunda bulmaları. Oysa daha bir yıl önce hemen herkesi saran bir “özgüven” vardı Kürdistan sokaklarında. “Kürtler eski Kürtler değil” iddiası her şeyden çok bir daha “mağdur” olunmayacağına dair inanca işaret ediyordu. Ama öyle olmadı…

Kime kulak verseniz PKK’ye “Kazanamayacağın bir savaşı neden girdin?” diye soruyor. Örneğin bir Diyarbakırlı şöyle diyor: 

“1990’larda Kürtlerin yaşadığı zulmün nedeni uluslararası komplodur, zalim devlettir dendiğinde bir karşılığı vardı. Çünkü bilmiyorduk o zaman. PKK bize öğretti neyin ne olduğunu neden olduğunu. Bugün yine aynı koşullar geçerlidir. Ama PKK’den beklenen artık yalnızca ne olduğunu neden olduğunu değil nasıl çözüleceğini de açıklamasıdır. Bu kadar mücadeleden, deneyimden sonra çözümü pratikleştirmesidir.”

Bu noktada bir gerçeğin altını çizmekte fayda var. Sonuçta Kürtler PKK’yi eleştirse de PKK’yi dışlayan bir arayış içinde değil. Bunu en başta, Kürdistan’da kendine yeni muhataplar icat etme arayışına giren hükümet görmeli. Çünkü günahıyla sevabıyla nihayetinde PKK Kürtler nezdinde “bize” ait olan. 

Uzun yıllardır PKK ile çatışma içinde olan Kürt partileri de bu gerçeğin farkında. Zira geçtiğimiz haftasonu Diyarbakır’da PDK-Bakur, PAK, PAK-Kurd, ÖSP, Azadi, PSK öncülüğünde düzenlenen Kürdistan’da Savaşın Sonlandırılması ve Siyasi Çözüm Perspektifi konulu konferansta, ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in dile getirdiği şu vurgu hemen herkes tarafından kabul gördü: Kürtlerin yaşadığı yakıcı sorunlara acil bir çözüm geliştirmek için aramızdaki farklılıklara ve anlaşmazlıklara rağmen birbirimize tahammül etmeyi becerebilmeliyiz. 

Son tahlilde, KYB ve Rojava ölçeğinde bölgesel ve uluslararası alanda elde edilen askeri ve siyasi başarı hiç kuşkusuz kayda değer. Ancak, belli ki bu başarı Kürt halkının öncelikli ihtiyaçlarına ve beklentilerine karşılık gelmiyor. Bu bağlamda, sözkonusu başarının sürdürülebilmesi için de her şeyden önce Kürt siyasal partilerinin hem kendi hem halkla aralarında giderek açılan mesafeyi kapatmaları gerekiyor. Aksi halde, giderek derinleşen ve yaygınlaşan bu savaşta zaten savaş yorgunu olan Kürt halkını temsil iddiasıyla bir kazanç sağlamak zor görünüyor.