Kaşıntı
Derviş Aydın Akkoç
“Aslında buydu beni geliştiren, aşksızlık!.. / Aşksızlık büyütür beni / yeni bir aşka doğru ve / öyle sanıyorum ancak birkaç yıl sürer / insanın sebepli umutsuzluğu” diyordu Turgut Uyar, “Yenilgi Günlüğü” adlı şiirinde. Uyar hangi “negatif” düzlemde olursa olsun ibreyi daima “pozitif” olana bükmekten yana. Bunun için olanca kudretiyle çaba sarf eder. İnsanı kıyıda bırakmamaya, açmazlarla çevrili bir varoluşa terk etmemeye çalışır. Bu onun estetik-politik davasıdır. Haklıdır da bu davasında. Zira Uyar nezdinde insan açısından bir imkân her zaman mevcuttur, zayıf yahut uzak da olsa vardır: Burada değilse bile oradadır, belki henüz oluşma aşamasındadır, gerekçeli ya da gerekçesiz. Arayan, çırpınan, ağız dolusu direnen, hatta bunun için acı çekmeyi göze alan kişi önünde sonunda kendi saklı imkânını bulacaktır. Şartlar her ne olursa olsun acıdan, kederden, umutsuzluktan ve aşksızlıktan çarpılmış özne “yeni” bir umuda ve “aşka” doğru harekete geçecektir; sendeleyerek ya da topallayarak da olsa, fark etmez. Negatif duyguların kasıp kavurduğu öznedeki küçülme yahut daralma süreci sona erecek, kimileyin teolojiyle dirsek temasında, fakat hep dünyevi bir maneviyatın sularında yıkanmış yeni bir ben’in büyüme ve genişleme süreci başlayacaktır. “Büyük Saat” şiirindeki şu heybetli dize mesela, aşksızlığın büyüttüğü ben’in açılıp yayılmasının ifadesidir: “Bütün cinselliğimle akdenizi avuçluyorum.” Burada belirleyici olan cinsel enerjinin nesnesi olarak “akdeniz” imgesi olduğu kadar, söz konusu enerjinin tezahürü olarak “avuçlama” fiilidir de. Ama arzuyu tamamlayan “bütün” lafı da bir o kadar önemli. Mevzu yerinden kıpırdama, duyguları karşıtına dönüştürmeyse şayet “bütün” girmiştir araya artık. Turgut Uyar dirime inanır, inanmaya açıktır. Kabuk değiştirme, yenilenme söz konusu olduğunda elindekilerden vazgeçmeye de hazırdır. Cüretkârdır bu hususta.   

***
Turgut Uyar’da “esas olan” genellikle “mutsuzluk”tur ama, tıpkı “aşksızlık” bahsinde olduğu üzere, tüm yokluklar ve yoksunluklar birikip çoğalır. Gelgeç hazlar ve heveslerse –mutluluk- uçucudur. Duyguların diyalektiği ya da simyası gereğidir bu karşıtlık. Aşksızlık yerini aşka, umutsuzluk yerini umuda bırakır. Olumlanan daima hayattır, “evet” denilen şey, “kanatma” şartı düşülse bile, her şeye yeniden başlama arzusudur: “Her şeye yeniden başlamanın / kanattıkça.” Yitirilmiş şimdi’ye ulaşmak ve yerleşmek için, “yeni” bir başlangıç için “kan” akmak zorundadır tabii. Uyar’ın en güçlü imgelerinden biridir “kan.” Gereklidir bu imge. Zira sonuna kadar farkındadır: belirleyici olan “kurban” değil, “sunak”tır. “Mor Külhani” şiirinin açılış dizesindeki o geçirimsiz yeryüzü imgesi: “Dünya bir sunaktır.” Yalnızca bedenler değil, kalemler ve kelimeler dahi adanmıştır bu sunak için. Sırf devam etsin, haklı çıksın diye. Değer mi buna? Değer. Kutsal, temiz ve saf olan her zaman için mevcut dünya olmalıdır. Ama işte mevcut dünya da kirletilmiş ve bozulmuştur. Madalyonun öte yakasında hep bu uğursuz hakikat ışıldar. Zamansız, hatta bazen yakışıksız kederlerin de nedenidir bu hakikat. Ama her ne kadar bozulmuş, kirletilmiş de olsa, dünyayı arındırmak için; şairin kendisinden de dahil olmak üzere kanın akması, acının çekilmesi lazım, zira her şeyin olduğu gibi dökülen kanların da, bir “sunak” olarak halihazırdaki dünyanın da “bir sonu vardır.” Gerçekten var mıdır?   

***

Yoktur. Bozulmuş, kıymetten düşmüş, parçalanmış bu dünyanın sonu yok. Turgut Uyar’ın kanırttıkça karşıtına kavuşan, dirime iman etmiş dizelerinin, bu dizeleri ete kemiğe büründüren inancının üzerinden yıllar akıp geçti. Zaman diye de bir şey var. Kahretmek pahasına da olsa kabul etmeli belki de: “Sebepli umutsuzluklar” ve sebepli aşksızlıklar çağı nihayete erdi. Artık umutsuzluklar da aşksızlıklar da sebepsiz, avare ve sabun köpüğü gibi… “Artık” zarfının hoyratlığına ve acımasızlığına rağmen bu böyle sanki. Gebelik devri bitti. Büyük kısırlık vakitleri: Sonsuzca eksilme, tükenme ve erime zamanları. Düşüncelerin, arzuların ve duyguların banka reklamlarında, gazete yazılarında, alışveriş sepetlerinde, akıllı telefon ekranlarında çözülüp dağıldığı bir dönem... 

Galiba ne olduysa bu dönemde oldu ve “yeni” olan ne varsa çekilip alındı insanın elinden. Her şey eski, solgun, yıpranmış, denenmiş, sahte… Dünya bir sunak olmaktan çıkıp değerini kaybetti. Kurbanlar kimin umurunda. Kanlar kimin umurunda. Anlatılacak da gösterilecek de herhangi bir felaket kalmadı geriye. Hissiz, donuk ve yabani bir varoluşun egemenliği hayatı kuşatıyor. Varsın kuşatsın. Kireçlenmiş duygular biriktikçe birikiyor ama sadece kendini yiyip tüketmeye yarıyor tüm bu kimyasal tepkimeler: Başı sonu olmayan anlamsız bir kaşıntıya dönüşüyor duygular ve fikirler. Kaşıntı. Duyguların saç diplerinde. Fikirlerin ense köklerinde. Kaşıntı.