Üç Boyutlu "Yeni Vatandaşlık" ve Kapsam Dışında Kalanlar
Sezin Öney

Türkiye'de politika, tamamen "Cumhurbaşkanlığı’nın Başkanlığa dönüştürülmesi" fikri ve hedefinin çevresinde dönen, dönen ve dönen bir uyduya dönüşmüş durumda. Başkanlık sisteminin "yasamadan yaşanması" dönemini yaşıyoruz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 31 Mayıs'ta "light diktatörlük" olarak tanınan Uganda'ya gitmeden önce yaptığı şu açıklama, Türkiye'nin yeni sistemi olarak öngörülen başkanlığın tanımı gibiydi:

"Halkının yüzde 52'sinin oyunu alarak seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’yım. Yargı organının da Cumhurbaşkanı’yım, yürütmenin de Cumhurbaşkanı’yım, yasama organının da Cumhurbaşkanı’yım... Daha çok böyle devletin milletle kaynaştığı şeyleri görecekler".

"Devlet ile milletin kaynaşması", Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarında son dönemde sık sık geçen bir niteleme. Bununla da kastedilen, 'milletin', yani Erdoğan'da vücut bulan/bulabilen/bulmaya itirazı olmayan toplum kitlesinin, devletin imkânlarından yararlanması, "vatandaş" olma imkânlarından istifade edebilmesi, "insan sayılması", "insan yerine konması". 

Tabii, "yeni vatandaşlar", Erdoğan'ın "ışığına" ne kadar yakınsa, ona ne kadar yaklaşabilmişse, o kadar daha "öz vatandaş" olabiliyorlar. Vatandaşlıktan elde ettikleri imkân ve haklar da, o kadar daha fazla olabiliyor. "Re'sen" var olabilmenin koşulu, "Reis"...

Yeni Vatandaşlık Tanımı: Ya Bizdensin, Ya da...

6 Nisan'da "23. Muhtarlar Buluşması"nda, Erdoğan'ın söylediği şu sözler, bu yeni vatandaşlığı tanımlıyor;

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mensubu olarak ya varsın, ya yoksun, olay bu. Onun için de bir olarak, iri olarak, diri olarak, hep birlikte Türkiye olarak hedeflerimize ulaşacağız. Onun için parçalanmayacağız. Birbirimizi Allah için seveceğiz, bu vatan için seveceğiz ve birilerine prim vermeyeceğiz."

"Birileri" de, bu yeni vatandaşlık tanımına uymayanlar, uyamayanlar veya baştan dışlananlar. "Terör örgütü üyesi", "terörist" addedilenlerin, "vatandaşlıktan çıkarılması gerektiği" yolundaki açıklamalar da, bu yeni vatandaşlık kurgusunun dışavurumlarından. 

Nisan başında Erdoğan "Terör örgütü yandaşları, bizim vatandaşımız bile olamazlar" demişti; bu açıklamadan yaklaşık iki ay önce, AKP İstanbul milletvekili Metin Külünk, terör suçundan mahkûm olanların mal varlığına el konulabilmesini ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılabilmesini öngören kanun teklifi hazırlayarak, parti grubuna iletmişti zaten.

Nasıl başkanlık "yasanmadan yaşanıyor" ise, yeni vatandaşlık tanımı da, buram buram "fetih" temalı, "Evlad-ı Fatihan" ilhamlı bir sanal gerçeklikle somutlaştırılıyor. 

Bana kalırsa, yeni vatandaşların ve yeni vatandaşlığa "tutunamayanların" hallerini en sembolik biçimde temsil eden, 26 Mayıs Pazar günü, "İstanbul'un Fethinin 563. Yıldönümü" törenindeki gösteriden imgelerdi. Duyurularında "Cumhurbaşkanı'nın katılımlarıyla" gerçekleşeceği müjdelenen, Yenikapı'daki bu tören, "lazer, pyroteknik, ışık, ses ve müziğin birlikte kullanıldığı" ve "dünyanın en büyük 3D Mapping sahnesinde gerçekleşecek görkemli bir fetih gösterisi" olarak tanımlanıyordu.

"3D Mapping", gözlük gibi aksesuarlara gerek bırakmadan, üç boyutlu projeksiyonların yansımasını izleyerek bir "sanal gerçekliğe" tanık olma teknolojisi aslında. Bu tarz projeksiyonların geçmişi, 1960'lara, Disneyland'in ilk açıldığı zamanlara dayanıyor. O zamanlar, "Korku Tüneli" gibi içine gireni ürkütüp yerinden zıplatacak imgelerin canlandırılması için bu teknoloji kullanılmaya başlanmış. Bugün, bu tarz üç boyutlu projeksiyonlar, sanat, eğlence ve reklam dünyasında sıklıkla kullanılıyor. 

3D projeksiyonların yarattığı "sanal gerçeklik" bakımından ilginç bir örnek, Kuzey Carolina Chapel Hill Üniversitesi'nin, birbirinden çok farklı yerlerdeki insanları aynı ofiste bir araya getirmeye çalıştığı proje (Office of the Future/Geleceğin Ofisi link). "Fetih törenleri" ve ötesinde de, Türkiye'nin "yeni vatandaşlık tanımının milleti", ortaklık algısı tahayyülü sağlaması hedeflenen sanal gerçekliklerle bir araya getirilmeye çalışılıyor. Tabii, "Bizler" algısını yaratmak için en kesin yöntem, önce "Onlar" yani düşmanlar algısını yaratmak. Yeni vatandaşlık tanımının dışlananları veya tutunamayanları da, tıpkı "düşman işgalinden kurtuluş" veya "fetih törenlerinin", temsili canlandırmalarında üzerlerine "düşman askeri" giysileri geçirilivermiş, rolleri "yenilmek" olan kadersiz karakterlere benziyorlar.

Böylelikle, eskinin müsamereden hallice, bir itiş kakış içinde geçen "temsili canlandırmalarının" yerini, Yenikapı'da gerçekleşen tarz "4 bin 500 metrekarelik sahnedeki 3D Mapping gösterileri"; eskinin iteleme, öteleme, dışlama hallerini de, "düşmanların" içine itiliverdiği "korku tünellerinin" pek de sanal olmayan gerçeğini yaşamak alıverdi. 

Dışlayıp ötelemenin, ezip itip kakmanın üç boyutlusu hayaldi, gerçek oldu.

Yeni vatandaşlık tanımı kapsama alanındakilere, Yenikapı'da kurulan fetih sahnesi önünde "canlı" ve ötesine de "canlı yayınla", onların gücünü temsil eden "Fatih Sultan Mehmet Han'ın kılıcının" keskin imgesi sunuluyor. Kendilerine "Bizanslı" rolü biçilen kapsama alanı dışında kalan ve bırakılanların, bu "fetih" kurgusu içindeki tek anlam ve ehemmiyeti ise, zafer hazzını yenilerek tattıracak "düşmanlar", ortada seken av sezonu aksesuarları olmaları. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Uganda ziyaretinde, oranın bir atasözü olduğunu belirterek sarf ettiği; "Eti çiğneyebilenler, birlikte olan dişlerdir" sözleri, yeni vatandaşlık tanımının safariye çalan atmosferini tam da yansıtıyor.