Darbe Girişimi ve Oportünizm
Barış Özkul

Türkiye’de düşünce faaliyeti hesap makinesiyle işlem yapmaya benzer. Hesabını yapıp safını belirlersin. Gerçekte ne olduğu önemli değildir. Bu, asırlar içinde öğrenilmiş bir Şark bilgeliğidir. 15 Temmuz’da onca kişinin karıştığı darbe girişiminin sorumlusu bir günde tespit edildi ve bütün medya bu bilgiyi büyük bir bağırtkanlıkla teyit etti. Ergenekon ve Balyoz sürecinin “flaş gazetecilik” erbabı (vurucu manşet-yüzeysel bilgi) bu kez darbe girişimini fırsata çevirdiler. Köprüde ve İBB’nin önünde şu veya bu nedenle ama gerçekten tankların önüne yatanlar vardı; bir de sabah saatlerinde her şey bitmişken selfie çektirmek için köprüye koşan oportünistler.

Bu türlü oportünizme gün doğmasının AKP iktidarının yıllar içinde geçirdiği dönüşümle ilgisi var. Bu, üzerinde durulması gereken önemli bir konu. Ama ona gelmeden, darbe girişimine ilişkin birkaç gözlem: Darbeye teşebbüs edenlerin kimliği ve saikleri, objektif tarihçilik tarafından ortaya konacaktır; aradan geçen iki haftada darbenin tam olarak kimler tarafından koordine edildiği, Yurtta Sulh Konseyi adı verilen cuntanın kimlerden oluştuğu, emir-komuta zincirinin nasıl işletildiği henüz belli olmuş değil. Birçok kişi Fethullah Gülen’e işaret etti. Fethullahçılar, AKP ile 2013’ten beri bir post kavgasına tutuştukları için ordunun çeşitli kademelerinde darbeyi desteklemiş olmaları muhtemeldir. Ama bu, cuntanın onlardan ibaret olduğunu göstermez. 2013’ten beri Cemaat’in “inine giren” AKP iktidarı, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı yaverlerinin; mekanize birliklere komuta eden muharip subayların Cemaatçi olmasına nasıl göz yummuş? 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde TSK’nın içinde birilerinin darbeye kalkışması için mistik-ezoterik varlıklara dönüşmeleri mi gerekmiş?

Genelkurmay ve MİT’in ellerindeki istihbaratı Cumhurbaşkanı ve diğer bakanlarla paylaşmak için saatlerce beklemiş olmaları ciddi bir soru işareti. Hem MİT Müsteşarı hem de Genelkurmay Başkanı darbe girişiminin ardından görevdeler. Anlaşılan, Cumhurbaşkanı istihbaratı eniştesinden almış olmaktan pek şikâyetçi değil. MİT darbe istihbaratını Cumhurbaşkanı’na aktarmaktan acizse, kamu görevinden uzaklaştırılan binlerce kişinin yer aldığı listeleri hangi kurum hazırladı? Erdoğan, darbe bize “Allah’ın lütfudur” derken neyi kastediyordu?

Bu soruların cevaplarını zamanla öğreneceğiz. Bu hercümerçte hemen hüküm vermektense birtakım ilkelere bağlı kalmak doğru görünüyor: Sivil-siyasi iradeye yönelik her türlü darbe girişimi gayri meşrudur. Siyasi iradenin birtakım hukuksuzluklara karışmış olması kimseye darbe yapma hakkı vermez. Aradan geçen onca zamanda TSK’nın bu konularda bir arpa boyu yol almadığı, Cuntacıların toplumu hiç tanımadıkları ortaya çıktı. 15 Temmuz’da sivillerin tankların önüne dikilmesi, TSK içindeki darbecilerin kurumsal hafızasına tamamen yabancı bir durumdu (öte yandan darbe girişiminin 22.00’de başlatılması, insanların seferber olmasını nispeten kolaylaştırdı). Sokağa çıkanlar AKP’nin 15 yılda gerek iktisadi gerek manevi düzlemde kimlik kazandırdığı ve militanlaştırdığı kesimlerdi. Türkiye bir hukuk devleti olsaydı, bu militanlaşma gerçek bir demokratikleşmenin itici unsuru olabilirdi. Ama darbeye maruz kalmış olmak bir iktidarı kendi başına demokrat yapmaz. Demokrasi kimin yönettiğinden (sandık sonucundan) ziyade kimin nasıl yönettiğiyle ilgili bir meseledir. Darbe girişiminin ardından başlatılan OHAL uygulamaları (gazeteci tutuklamak v.b.) AKP’nin en azından şimdilik eski konumundan taviz vermeyeceğini gösteriyor. 

Bu ısrar karşısında darbecileri ve darbe oportünizmini palazlandıran iki nedenden söz etmek gerekir. Darbe girişimine zemin hazırlayan nedenlerden biri Kürt meselesiydi. Erdoğan, 7 Haziran’dan sonra “yerli ve milli” konsepti çerçevesinde askeri bürokrasiyle ittifak yaptı. Cizre, Nusaybin, Diyarbakır gibi yerlerde tankların yürütülmesi Ordu’nun içindeki bazı klikleri darbe düşüncesine sevketmiş olmalı. Cizre sokaklarında tankla dolaşacak özgüveni kazanan Cunta’nın gözünü Ankara’ya dikmiş olması yakın tarihi askerî darbelerle dolu olan Türkiye'de pekâlâ mümkündür çatışma ortamlarında tecrübe kazanan para-militer grupların kontrolden çıkma potansiyelini de bu tabloya ekleyelim. İki haftadır haklı olarak, “asker kendi halkına ateş eder mi?” sorusu soruluyor. Cizre, Sur ve Nusaybin’de kimin kime ateş ettiği toplumsal barışın yeniden sağlanması adına etkin bir şekilde soruşturulmalı ve bu konuda kamuoyu bilgilendirilmelidir. Militarizm ve darbecilik daima bu tür çatışma ortamlarından beslenir.

Darbe girişimine zemin hazırlayan bir başka gelişme, Türkiye’nin dış politikada, özellikle ABD-İngiltere-NATO bloku tarafından dışlanması olabilir. Son zamanlarda Rusya’yla ilişkilerin hızla düzelmesi ABD’de rahatsızlık yaratmış olmalıdır. Basına yansıdığı kadarıyla darbe girişimini İncirlik Üssü’nden destekleyen Cuntacı subaylar var; bu, eğer gerçekse, ABD-NATO ile cuntacılar arasındaki mutabakatın işareti olabilir.

***

Oportünizm konusuna döneyim: Yakın çevresinde Erdoğan'ı Kürt sorunundaki tehlikeli gidişat ve dış politikadaki yanlış hesaplar konusunda uyaran olmuş mudur? Rus uçağı düşürüldüğünde Türk F-16’larının resimlerini paylaşarak zafer naraları atan Havuz Medyası yazarları vardı. Havuz Medyası veya deniz medyası, tek tek bireylerin ne yaptığı o kadar da önemli değil. AKP'de bu yazarlara da ilham veren yapısal bir dönüşüm yaşandı: İktidar olduğu tarihten 2011’e kadar Erdoğan ve AKP yönetiminin etrafında bir ağ (network) vardı; 2011’den sonra ise bir çevre (circle) oluştu. Ağ, gelip gidişlere, fikir alışverişlerine, istişarelere açıktır; çevre ise kapalıdır, katıdır, her daim kafa sallayıp bel kıracak “aparitçiklere” muhtaçtır; oportünizmin membaıdır. 

Türkiye bir askeri darbe girişimini atlatmışken, hazır demokrasi kelimesi dillerden düşmezken; toplumsal kutuplaşmanın bitirilmesi, modern hukukun bir uzlaşılar bütünü olduğunun yeniden hatırlanması, hukuk devletinin yeniden tesisi hem muhalefetin hem de iktidarın birincil gündemi olmalı. Darbecileri ve oportünistleri yüreklendiren ortamın yerini serinkanlı özeleştiri ve aklıselimin alması tepetaklak gidişi sona erdirecektir. Ama bu, Kürtleri ve onların parlamentodaki meşru temsilcilerini dışlayarak olacak şey değil.