Komünizm Arzusu
Erdoğan Özmen

Sadece bir geleceğimiz olsun istiyorsak bile, olabilecek en iddiasız, en basit, en alt seviyede kalmaya razıysak bile yani, bunu bugün en radikal biçimde düşünmemiz ve formüle etmemiz gerektiği yeterince açık değil mi? Hepten yok olmamak, en nihayetinde birbirimizi tümden yok edeceğimiz bu sefil gidişata iyiden iyiye teslim olmamak, hayatta kalmak için bir an bile duraksamadan ve tereddüde düşmeden geleceğimizi komünist fikrin/arzunun yörüngesinde tasarlamaktan söz ediyorum. Varlığımızın en ilkel düzeyinde zonklayıp duran sıradan canlılığımızı koruma, sürdürme itkisinin bugün içine battığı hayvani/içgüdüsel formundan çıkıp insanın haysiyetine uygun bir çehreye kavuşmasını istiyorsak, bunun sahip olduğumuz hayatı ve dünyayı orasından burasından çekiştirerek olamayacağını çoktan görmüş olmalıyız çünkü.

Ya bugünkü korkunç sermaye ve tüketim uygarlığını biricik varsayım olarak görmeye ve onun en sonunda kendi kendimizi tüketmemizle kendi içinden çöküşü ve çürümesini izlemeye devam edecek ya da zaten onun en feci semptomu olan muhtelif ırkçı, dinci, faşist sapkınlık biçimlerinin kötülük ve karanlığının hayatlarımızı boydan boya kat etmesine ve kurutmasına rıza göstereceğiz. Birbirini besleyen, demek aynı kökü paylaşan bu canavarlıkların karşısına dikilmenin, onları temelli hesaptan düşmenin komünist varsayımı sahiplenmekten başka bir yolu var mı ki?

Ya da şöyle soralım: Bugün, içine sıkıştığımız derin hüsran, nihilizm, hınç ve ölümcül şiddet ile yıkıcı rekabet, acımasızlık/vicdansızlık ve hayvani yırtıcılık açmazından/ikiliğinden kurtulmanın ve yeniden kendi insani çekirdeğimize dönme, ve kendimizi saf arzulayan varlık olarak yeniden inşa etmenin komünizm arzusu dışında bir ikinci biçimi söz konusu mudur ki? Günümüzde arzunun komünizm/ kolektivite, ortak bir düşünce ve eylem ufku dışında bir koşulu kalmış mıdır? Çünkü, o kök ifadelerden birini bir kez daha aktararak söylersek; “Komünizm bizim için tesis edilecek bir durum; gerçekliğin kendini uyarlamak zorunda olacağı bir ideal değildir. Biz, şeylerin mevcut durumunu yok eden gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları şu anda varolan önermeden kaynaklanmaktadır.” 

***
“Eşitlik tutkusu, adalet İdeası, ikbal peşinde koşmanın neden olduğu tavizlerden kopma iradesi, bencilliğin tahttan indirilmesi, baskılara karşı hoşgörüsüzlük, Devleti sona erdirme andı”.. Badiou’ya göre bu “komünist sabitler” vasıtasıyla somut/aktüel ifadesine kavuşan komünizm fikri; yani “siyasal bir hakikat olarak komünizm, tarihsel bir devlet oluşumu değil ezeliyettir,.. bu yüzden herhangi bir örneklemeyi zorunlu olarak aşar.” 

Komünist arzu (ya da “komünist imgelem”; bir de böyle söylenebilmesi ne güzel!) tam oradadır işte. “…kapitalizmin artık rakipsiz görünmediği, ve beklentili ve arzulu gözlerimizi toplumsal ilişkilerin farklı bir örgütlenmesine çevirmekten artık utanmak zorunda kalmadığımız” ufukta…

Şimdi/burada komünizmin yokluğu anlamındaki kapitalizmin (başka hangi karşıtlık daha hakikidir ki?) yaslandığı ve yeniden ürettiği temel süreç, kendine özgü öznelleşme biçimi, yapılandırdığı ve kışkırttığı arzu bireysellikle kaimdir, bireyseldir. Kapitalizm özneleri bireyler, bireyciliğin sınırlarına hapsolmuş bireyler olarak; yani bencil, kendiyle ve birbiriyle kıyasıya rekabet eden, hatları kesin ve belirli, kapalı ve sonlu varlıklar olarak çağırır. Kapitalizmin, insanı iptal eden, insan varlığının en çekirdeğinde arzu olma niteliğini silen, arzuyu taleple ikame eden, her birimizi anlık ve sonu gelmeyen taleplerin ve doyumların öznesine (talep vitrinleri süsleyen somut nesnelere ilişkindir ve bu özelliği nedeniyle arzuya ait uzamı/boyutu perdeler) indirgeyen bir mantığın cisimleştiği bir örgütlenme ve toplum biçimi olması demektir bu. Ne kadar tekrar edilse azdır: En dehşetli biçimlerine sürekli maruz kaldığımız, her bakımdan kendi kendimizi tüketme medeniyetinin adıdır kapitalizm.   

Halbuki, insan bir tür arada-varlıktır. Bir aralıkta/yarıkta vücut bulan, kendi emsalsiz koşulunu bir aralığı/yarığı öznelleştirmekte bulan bir varlık. Kendi varoluşunu, ancak farklı kutuplar arasındaki bir gerilim uyarınca/boyunca yaşayabilir, aktüelleştirebilir insan. Çokluğun yeridir bu anlamda. Bir yandan hiç teskin olmayan bir anlam arayışının peşinde, etrafımızdaki her yeni nesneyi özgül anlamlarla bağlamaya/zapt etmeye çalışır, böylece kendimizi tam ve eksiksiz bir varoluş hayali/rüyası içine yerleştiririz. Diğer yandan ama, her seferinde arzunun bu nesnelerinin sınırlı ve yetersiz oluşuyla yüzleşmek ve bu müşkülata tahammül etmek zorundayızdır. Bu iki kutup arasında gerilmiş olmaktan kurtulma ve başka bir şey –pürüzsüz, gerilimsiz, düz, belirli, fazlalığından arınmış– olma umudu boşunadır.

Nesnesine ulaşmanın imkansızlığını kabul eden, bununla yüzleşen, ve ama yine de ona tutunan, ondan vazgeçmeyi reddeden bir arzu. Bu anlamda denebilir ki, arzu talebin gerisinde öznel bir matlıkla işaretlenmiş haldedir. Bugün insanlığın önündeki en önemli mesele, kendi de eksiklik etrafında kurulan bir kolektivite olarak, “arzuyu bireysel biçiminden çıkarıp müşterek, kolektif bir arzu olarak yeniden şekillendirmektir.” Bunun yolu zaten aktif, kolektif mücadeledir. İçinde, tek tek her birimizin kendinden daha fazla bir şey olarak, bir biz olarak kurulduğu ortaklaşa bir mücadele. Kolektivitenin, bütün kesinlik ve otorite/efendi arayışlarının kesinkes dışarda bırakılarak bizzat arzunun biçimi haline gelmesidir bu. Demek, arzu ancak, zaten kolektif bir mahiyet taşırsa geçerlik kazanabilir bugün.

“Komünist arzu kolektif olarak arzu etmeye yönelik kolektif arzudur.” Özgürleşme ve eşitlikçiliğin benzersiz bir bileşimine yönelmiş…