Haiti’nin Alacağı Hepten Birikti
Ela Bilgen

ABD’li yetkililerin, vatandaşları elektrik kesintisine karşı cep telefonları için yedek pil bulundurmaları konusunda uyarmasını gerektiren Matthew Kasırgası’nın, Haitililer için çok başka bir anlamı oldu. Zira kasırga nedeniyle binden fazla kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilen ülkede, Ekim başından bu yana oldukça sıkıntılı günler yaşanıyor. Pek çok yerleşim yerini haritadan silen kasırgadan yaralılar, kayıplar ve evsiz kalanlarla birlikte iki milyondan fazla insanın etkilendiği ifade edilmekte. On milyonluk ülke nüfusu göz önüne alındığında tahribatın boyutları daha anlaşılır oluyor.

Bununla birlikte doğal afetler ve salgın hastalıkların neden olduğu kitlesel ölümler Haiti için sıradan durumlar haline geldiğinden kasırga felaketi, özellikle “uzak” ülkeler açısından haber değeri taşımıyor. Türkiye’deki sınırlı ilgi de bunun göstergesi. Oysa Haiti, kendisinden ne kadar uzakta yaşıyor olursa olsun, mevcut dünya sistemiyle derdi olan herkesi yakından ilgilendiren bir ülke. Çünkü sistem karşıtı hareketler açısından modern dönemdeki ilk başarılı örnek olarak ortada duruyor. 

Daha 1492’deki ilk keşifte/istilada Kristof Kolomb’un İspanyol sömürüsüne açtığı, sömürünün Fransa’yla devam ettiği Haiti, 1804’te dünyanın bağımsızlıkla sonuçlanan tek köle devrimine sahne olmuştu. 1823’teki Monroe Doktrini’yle ABD kıtada, Avrupalı sömürgecilerin faaliyetlerine izin vermeyeceğini ilan ederek, bir anlamda/güya Güney Amerikalıların bağımsızlık hareketlerini desteklemiş oldu. Ama bağımsızlığını zaten kazanmış olan Haiti’yi tanımayı da reddetti. 20. yüzyıl başındaysa Haiti’yi doğrudan işgale girişti. 1931’de sona eren işgali, ABD destekli diktatörlük ve neoliberalizm dönemi izledi. Komünizm endişesi sona erip 1990’da demokratik seçimlere izin verildiğindeyse, bir yanda neoliberal politikaların yoksullar üzerindeki eziciliğini, diğer yanda ABD denetimindeki “ulusal” orduyu ortadan kaldırmaya kararlı Jean-Bertrand Aristide büyük halk desteğiyle devlet başkanı oldu. Elbette bir sene bile geçmeden bir askeri darbeyle devrildi. İlerleyen dönemde Aristide iki kez daha seçilip, iki kez daha görevden uzaklaştırıldı ve yıllarca Afrika’da sürgün kaldı. Hem kendisine yapılan askeri darbeler, hem de Afrika’da tutulması konusunda ABD’nin yaptığı hummalı çalışma WikiLeaks’le açığa çıkanlar gibi pek çok belgeyle ortaya serilmiş bulunuyor. Haiti Ağustos 2015’ten bu yana yine, sokak çatışmalarına varan siyasi kargaşanın eşlik ettiği bir seçim döneminde ve Aristide’in partisi yine yarışta. Bir yıldır nihayete erdirilemeyen seçimlerin son aşaması, kasırga olmasaydı 9 Ekim’de gerçekleştirilecekti. Yetkililer seçimin 20 Kasım’a ertelendiğini duyurdu.

“BM Sizinle!”

Haiti tarihinin bu özeti, Haitililerin depremin, kasırganın, salgın hastalıkların etkisine bu kadar açık olmasının, çatışmadan, hırgürden uzak, demokratik seçimler geçirememesinin nedeninin ilkellik, tembellik, cehalet ya da duygusallık/ruhanilikle ilgisinin olmadığını anlatmak için. Haiti ekonomisinin uluslararası yardımlarla ayakta durduğu ifade ediliyor. Bu kanı hükümetler, Birleşmiş Milletler, akademi, hatta Haitililerin kendisi tarafından yaygın biçimde kabul görmüş durumda.

Bu doğrultuda son yaşanan kasırga felaketi de uluslararası resmi yardım makamı olarak BM’yi harekete geçirdi. UNICEF’ten WHO’ya, FAO’dan özel danışmanlara kadar sayılabilecek BM yardım ajanslarının hepsinin temsilcileri Ekim başından bu yana Haiti’ye gidip gelmekte. Genel Sekreter Ban Ki-Moon da 15 Ekim’de Haiti’deydi. Kendini yalnız hissedenlerin olabileceğini hatırlatarak Haitililere “BM sizinle!” dedi.

220 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan 2010 depreminden bu yana BM gerçekten Haiti’de. Depremin ardından baş gösteren kolera salgınıyla mücadele ediyor. Kasırga nedeniyle yaşanan temiz su sıkıntısının salgını tetiklediği ifade edilmekte. Bunun yanı sıra gıda yetersizliği zaten ülkenin başat problemleri arasındayken, stoklardaki ve tarlalardaki mahsulün, balıkçılık için kullanılan araç gereçlerin de fırtına ve taşkınlarla birlikte yitip gittiği söyleniyor. Hasar gören sağlık kurumları ve zayi olan ilaçlarsa başka bir sorun. Elektrik kesintisi ve yollardaki tahribat da haber alma ve yardım götürme işlerini zorlaştırıyor. Sözün özü Birleşmiş Milletler, 750 bin kişinin çok acil “insani yardıma” ihtiyacı olduğunu vurgulamakta.

Birleşmiş Milletler, mevcut dünya ekonomisinin kabul edilebilirliğini sağlayan kavramsal çerçeveyi oluşturmakta oldukça başarılı. “İnsani yardım” da BM lügatinin parlak kavramlarından. Masum, cömert ve ahlaki çağrışımları var. Hâlbuki bu iki güzel kelime gerçekte bir hukuksuzluğun üzerini örtmeye yarıyor. Zira insani yardım, uluslararası hukukun temel ilkelerinden “içişlerine müdahale etmeme” kuralını ihlal etmenin bir yolu olarak kullanılmakta. Üstelik hiç dikkat ve tepki çekmeyen bir yol… Nitekim 2001’de Aristide’in başkan seçilmesiyle ülkeye yaptığı yardımları bir anda kesen ABD’nin Haiti’yle olan ilişkileri de bunun en belirgin örneklerinden.

Ban Ki-Moon da 15 Ekim ziyareti boyunca insani yardım çağrıları yanında yağmadan dert yandı. Acil yardım bekleyen insanların sabırsızlığını ve öfkesini anladığını ama insani yardım konvoylarına yapılan saldırıları da kınadığını ifade etti. İlaç kamyonlarının, su ve gıdanın yağmalanmasının sıkıntıyı arttıracağını ve uluslararası yardımlar açısından “heves kırıcı” olacağını söyledi. Yetkililerin zaten ellerinden geleni yaptığını da ekledi.

Bizzat Genel Sekreter tarafından sabır gösterilmesi beklenen şeyin, yaşamsal ihtiyaçlar olması biraz kafa karıştırıyor. Ama yetkili ağızlar tarafından yağmacılık vurgusu yapılması boşuna değil. Zira böyle felaket anlarında insani yardımların güvenli biçimde yerine ulaştırılabilmesi, askeri müdahalelerin gerekçesi olarak sunuluyor. Nitekim uzun süredir Haiti’de varlık gösteren BM, sadece yardım kuruluşlarıyla orada bulunmuyor. 2004’te Aristide’in devrilmesinden bu yana ülkede beş bin asker ve polisten oluşan Birleşmiş Milletler barış gücü de faaliyet göstermekte. 2010 depremi de barış gücünün ülkedeki yerini sağlamlaştırdı. Benzer şekilde ABD de depremin ardından binlerce askerini Haiti’ye yerleştirmişti.

“Muhtaç” Haiti

Ban Ki-Moon kasırganın yaralarını sarmak için 120 milyon dolarlık bir yardıma ihtiyaç olduğunu söylüyor. Kolerayla mücadele için gereken miktarınsa 400 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Ancak bu yardımın sağlanması konusunda üye devletlerin gösterdiği ilgisizlik de Genel Sekreteri hayal kırıklığına uğratmış. Oysa son bir yıllık bütçesi 345 milyon dolar olan barış gücünün finansmanı bu türden bir soruna yol açmamış görünüyor. Böylece, olmayan yardımların güvenliğini sağlamaya çalışmak gibi bir tutarsızlık ortaya çıkmakta. Ancak bu elbette, yardım personeli bile olsa yetkililer tarafından itinayla es geçilen bir konu.

Birleşmiş Milletlerin web sitesindeki, kolera salgınıyla mücadeleyi resmeden fotoğrafların birinde birörnek giydirilmiş ve ellerini yıkamak için sırada bekleyen çocuklar görünüyor. Fotoğrafın altındaki açıklama ise şöyle: “Koleranın önlenmesi yönünde farkındalığın arttırılması amacıyla, bir grup Haitili çocuk ellerini düzgün biçimde yıkamayı öğreniyor.” Ancak BM yardım personeli ve fotoğrafçılarının da bildiği üzere 2010’dan bu yana koleradan ölen 10 bin kişi, ellerini düzgün biçimde yıkayamadığı için hayatını kaybetmedi. 15. yüzyıl sonunda İspanyollar ülkeye geldikten sonra, sömürgeci şiddetiyle birlikte çiçek salgını yerli nüfusun % 90’ını yok etmişti. Haitililer şimdi de “insani yardım” görünümlü askeri müdahaleler ve kolera salgınıyla yok oluyor. Beş yaş altı çocuk ölümlerinin en büyük sebebi basitçe ishal ve modern tıp ve Birleşmiş Milletler bu basit hastalığa yenilmiş görünüyor. Ancak neyse ki Dlo Haiti var! Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kurumu, Hollanda’nın Kalkınma Bankası ve ABD’nin Miyamoto International’ının yatırımlarını esirgemediği Dlo Haiti, Haiti’nin yeni su dağıtım şirketi. Hem ülkenin dört bir yanına kuracağı su kulübeleriyle zor durumdaki Haitililere “makul fiyatlarla” arıtılmış su satacak, hem de ülke için yeni bir istihdam sahası yaratacak kadar insani duyarlılığı yüksek bir şirket.

Haitililerin “muhtaç”lığı uluslararası şirketleri, yardımsever hükümetleri ve BM’yi seferber etmiş durumda. Ne var ki Haiti “muhtaç” olmaktan ziyade “alacaklı”. Haiti’nin modern dünyanın kudretlilerinden alacağı, 1492’den bu yana iyiden iyiye birikmiş durumda. Haitililer hak aramanın ne demek olduğunu, tüm dünyanın alacaklılarına bir kez gösterdiler. Hak aramaktan yorulup sadece beklemek de son derece insani. Biz “uzaktakiler” açısındansa Haitililerinin hakkını aramak, sistem karşıtı mücadelenin en önemli parçası.