Haydarinna
Polat S. Alpman

Türkiye’deki siyasal atmosferi ve mesajları TV dizileri üzerinden okumak, özellikle son 15 yılda, giderek sıradanlaştı ve olağan analiz birimlerinden birine dönüştü. Hatırladığım kadarıyla buna öncülük eden dizilerden ilki 1998-2002 yılları arasında yayınlanan Deli Yürek isimli bir diziydi. Deli Yürek dizisi sıradan birinin mafyatik tipe dönüşme hikayesiydi. Dizi Yusuf Miroğlu isimli karakter üzerinden, devlet-mafya ilişkileriyle örülmüş iktidar mücadelesini anlatmaya çalıştı. Sonuç olarak Deli Yürek dizisi bir yandan ülkücü reis rolü oynarken diğer yandan bu rolü yadsıyan ve kendisine reis diye hitap edildiğinde buna tepki vererek “usta” denilmesini tavsiye eden bir tür mafyatik liderin hikayesiydi. Daha sonra Kurtlar Vadisi geldi ve bir döneme damgasını vurdu.

2003 yılında başlayan Kurtlar Vadisi dizisi 1990’lı yıllarda yükselen derin devlet tartışmalarının rüzgarını arkasına alarak devlet - mafya ve elbette iç - dış mihraklar hikayesi oluşturdu. Yine de yeni dönemin yeni hikayesi değil, bir tür devam dizisiydi. Ancak çağın ruhuna uygun bir dil yakalamıştı, bu nedenle gizemi ve tehdidi, komployu ve şiddeti bir üst düzeye taşıdı. Bir yanda devlet, diğer yanda devlet içerisinde yer alan ve hem kişisel çıkarları hem de devlet adına suç işleyen çeteler, mafya ve benzeri suç örgütlerinin hikayeleriyle süslenen Kurtlar Vadisi, tıpkı Deli Yürek dizisinde olduğu gibi, Türk milliyetçiliğinin fantezisindeki erkekliğin bütün diskurunu içeriyordu. O zamanlar ‘üst akıl’ söylemi bu kadar revaçta değildi ve dahası, senaryoya eklenen bir miktar gerçekliğin, hikayeyi daha inandırıcı hale getireceği düşünülüyordu.

Kötü oyunculuk, klişe hikayeler ve basmakalıp diyaloglar yüzünden dizi zamanla tavsadı ve reyting kaybetmeye başladı. Reyting oranı düştükçe dizideki komplo anlatısı yükseltildi ve senaryo açığı, gündemdeki siyasal ve sosyal gelişmelerin komplocu yorumlarıyla dolduruldu. Böylece memleket ahalisi, artık sadece ‘büyük resmi’ değil, ülkede yaşanan aktüel gelişmelerin arka planında, yani gerçekte neler olduğunu bu dizi sayesinde öğrendi.

Nice siyaset bilimciyi boşa çıkaran bu dizi, sadık izleyicilerinin her birini uluslararası ilişkiler stratejistine dönüştürdü...

Bildiklerimize değil inandıklarımıza vurgu yapan bu izah biçimi, izleyici kitlesini ikna etmekte pek zorlanmıyordu. Öyle ki, senaryoda söylenmeyenleri izleyici kendiliğinden doldurabiliyordu. Cemiyet hayatına Sultan II. Mehmet tuğrasının işlendiği ceketleriyle dahil olan ve yeri geldikçe -ve kimi zaman gelmedikçe- hükümete paralel açıklamalar yapmaya çalışan Kurtlar Vadisi taburunun, Gülen Cemaati’nin darbe girişimi ile ilgili ifade vermeye çağrılmasını ise tarihin bir ironisi olarak kabul etmek gerek.

Darbe girişiminden yaklaşık 2 ay önce “Kurtlar Vadisi Darbe” isimli bir filmin isim haklarını alan yapım şirketine darbeden haberinin olup olmadığı, olduysa nasıl haberdar olduğu, olmadıysa neden ve nasıl böyle bir filmin isim haklarını almak istenildiği gibi soruların sorulmuş olması muhtemel. Bu sorular ve bunlara verilecek cevapların ne olduğu çok önemli değil ancak ironinin kendisi, değişmekte olan siyasal anlatıyı ve mesajları göstermesi bakımından manidar.

Anlaşılan yeni Türkiye, Kurtlar Vadisi gibi yapımların doldurmakta zorlandığı bir aşamaya geldi. Bu nedenle farklı bir dil, farklı ve mümkünse daha ilginç bir malzeme gerekmektedir. Bir başka ifadeyle Türkiye’deki egemen siyasal anlatı, Kurtlar Vadisi gibi ‘eski Türkiye’ kalıbına uygun anlatılara sığamayacak bir dil genişliğine ve telkine ihtiyaç duymaktadır. Bu dil ve anlatım genişliği mevcut sosyal ve siyasal gündeme doğrudan bağlı olursa politika değişimlerini açıklamak zorunda kalır, kalmasın. Günümüzün gelişmelerini içerirse tutarsızlıkları faş eder, etmesin. Herkesin takip edebileceği bir zaman aralığında olursa sıkıntı olur, olmasın. Böyle bir arayış, kaçınılmaz olarak fanteziye ve fantastik olana ihtiyaç duyar.

Bu arayışa ve bu dönemin ruhuna münasip olarak yapılan Diriliş Ertuğrul dizisi, fantastik anlatıma uygun yapısı sayesinde, neredeyse Kurtlar Vadisi kadar popüler oldu. Kayı Obası’nın cevval, atak, gözü kara lideri Ertuğrul’un akıl almaz entrikalarla dolu liderlik yolculuğu, hem izleyicilerin obadan devlete, devletten imparatorluğa, imparatorluktan bütün dünyayı ele geçirmeye yönelik büyüklük fantezisini hem de bu fanteziye uygun hikayeyi anlatabilecek fantastik malzemeyi içermektedir. Zaten diziye Diriliş isminin verilmesinin nedeni de bu fantezinin kendisi. Dizide anlatılan tarihsel aralıkta henüz doğan ya da ölen hiçbir şey olmamasına rağmen dirilmesi arzu edilen bir şeylerin olması, izleyici olarak bizlere gerekli mesajı verir.

Kayı Obası’nın Anadolu’ya yerleşme sürecini ve bunun baş kahramanı olarak sunulan Ertuğrul Gazi’nin hikayesini anlatan Diriliş Ertuğrul, tıpkı Kurtlar Vadisi gibi siyasal ve sosyal gelişmelerin yörüngesinde ilerlemektedir. Yine Kurtlar Vadisi gibi Diriliş dizisi de mevcut gelişmelere, tam da hükümetin gösterdiği ve bakılmasını istediği yerden bakarak içerik üretmektedir. Bunu sadece siyasal konularla ve gelişmelerle ilgili düşünmemek gerek; Türkiye’deki yeni kimlik politikalarının beklentisine uygun yurttaş profilinin ihyası ve inşası da bu içeriğin bir parçasını oluşturuyor. Diriliş dizisinin, kendi hikayesini ‘yeni Türkiye’ konseptine uygun bir siyasal içerikle doldurması, Türkiye’deki yeni olanın ne olduğu sorusuna da bir cevap teşkil ediyor. Bu nedenle Kurtlar Vadisi ile Diriliş Ertuğrul arasındaki dil ve retorik farkı, aslında memleketteki yeni hegemonyanın temsilcilerini gösteren bir fark olarak yorumlanabilir [1].

Diriliş Ertuğrul dizisinin izleyicisine anlatması gereken meseleleri bir gerçekliğe, en azından makul bir tarihsel bağlama ihtiyaç duymadan fantastik bir olay örgüsü içerisinde anlatmasının kolaylığı biraz da bu durumdan kaynaklanıyor. Zaten hamasi anlatılara inanmaya hazır bir izleyici kitlesine tüketmek üzere sunulan başarılı ve kaliteli bir ürünün özel bir pazarlamaya ihtiyacı yok. Kaldı ki, hükümet üyeleri tarafından Kanuni döneminin anlatıldığı Muhteşem Yüzyıl dizisi, tarihsel gerçekliği çarptırmakla itham edilirken Diriliş Ertuğrul günümüze ışık tutan bir destan olarak sunulabilmesi bile, bugünlerde başlı başlına bir referans olarak kabul edilebiliyor. Dolayısıyla izleyicinin fantezisine fazlasıyla karşılık veren ve haliyle reytingleri coşturan bu fantastik anlatım, Türkiye’deki makuliyetin aşınma hızına eşlik eden gerçeklik yitimiyle doğru orantılı olarak gelişmeye devam edecektir. Çünkü gerçekliğe ilişkin sıradan izlenimlerin bile derin bir komplo anlatısının tamamlayıcı parçasına dönüştüğü yerde, fantezi gerçeklikten daha ikna edicidir.




[1] Hegemonyanın temsilcileri değişedursun, hegemonyanın kendisinde herhangi bir değişiklik yok. Bu nedenle milliyetçilik ve muhafazakarlık eksenindeki siyasal kodlar, Türkiye’deki muktedirler tarafından yeniden üretilirken buna uygun popüler kültür malzemelerini piyasaya sunmakta zorlanmıyorlar. (Kocaman unvanlar taşıyan kişilerin cep telefonlarına Diriliş Ertuğrul dizisinin tema müziğini yüklemesini ‘geç ergenlik’ olarak açıklamak pek doğru olmasa gerek). Bu nedenle Kurtlar Vadisi ya da Diriliş Ertuğrul gibi diziler hikayeleri, trajedileri, üslupları kadar müzikleri ve ürettikleri aforizmalarla da erkekliğin sağında yer alan popüler kültürün kılcallarında gezinme becerisine sahiptir. Gerçeğin ya da gerçeğe yakın olanın değil, ahalinin ikna olmaya yatkın olduğu hikayeyi sunmak sadece siyaset yapmak için değil, sağ kültürü yeniden üretmek için de yeterli bir pratiktir.