İktidarın Sürekliliği
Murat Belge

Türkiye tarihinin en çetin dönemlerinden birini yaşamakta. Bu, yüzyıl başından beri hoşlanmasa da alışmak zorunda kaldığı “Jakoben özentisi” bir dönem değil. Faşizan-popülist bir rejim kurulmakta olduğu için büyük kitle henüz “mağdur” duruma düşmüş sayılmaz. 15 Temmuz’dan beri hapiste tutulan aydınların acısını yaşamak Konya’daki bakkalın ya da Çankırı’daki yedek parçacının sorunu değil.

Bu zor dönemin kendine özgü çetrefil sorunları, insanların bir hayli şaşırtıcı da olabilen kişisel tutum ve davranışları oluyor. Sağdan soldan insanın kulağına geliyor böyle şeyler. Örneğin durumdan son derece şikâyetçi olan bir “Fethullahçı”, seçim olursa oyunu AKP’ye vereceğini söylüyor! Allah Allah! Ya neden? “AKP ile bu ülkede İslâmcılık iktidar oldu” diyor. “Bu iktidarı çok kötü kullanıyor, ama sonuçta iktidar Müslümanların elinde. Bunu elden bırakmamalıyız.”

Şüphesiz bu “akıl yürütme” de şaşırtıcı. Ama “İslâmcı siyaset felsefesi”nin kaynaklarına bakınca büsbütün şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Örneğin Gazali “en kötü hükümdar”ın “hükümdarsız kalmak”tan daha iyi olduğunu söyler. Ona göre hükümdar deli de olabilir; bu gene de “anarşi”den iyidir, tercih edilmelidir. Dünyaya bu mantıkla baktığınızda, bu AKP iktidarını da “İslâmcı olmayan” bir iktidara tercih etmelisiniz.

Allah’ın izniyle bu “kötü” yöneticiler değişir, yerlerine iyi yöneticiler gelebilir. Ama iktidarı elden kaçırmak kötü bir şeydir. 

İktidar! Bu ülkede yaşayan sıradan, “sokaktaki” adamı da, seçkini de büyüleyen ve cezbeden kavram. Hele bir de “kavram” olmaktan çıkmış, gündelik gerçekliğin bir parçası olmuşsa… 

Kıran kırana bir dövüş cereyan ediyor ve bir Fethullahçı, iktidarın “İslâmcı parti”nin elinde kalmasına büyük önem veriyorsa, AKP tabanı bu “iktidar” konusuna nasıl bakıyordur?

Türkiye’de şimdiye kadar her siyasî parti kendi burjuvazisini yarattı. İktidara gelmesinde de iktidarını korumasında da, böyle bir kesimin yardımını, desteğini gördüler. Özal’dan bu yana, siyaset yapanlarla ekonomik hamle yapanların aynı kişiler olması keyfiyeti de gündeme geldi ve bu gelenek AKP’de de sürüyor. AKP’nin “inşaat” tutkusunda bunun ciddi bir payı var.

Yani bu kesim için iktidar geçimle eşanlamlı.

Bunlar AKP ile zengin olanlar. Bir de zengin olmayanlar, zengin olacak da olmayanlar dolayısıyla bir yerlerden maddi yardıma muhtaç insanlar var. Bayağı yekûn tutuyorlar. AKP böyle insanlara çeşitli biçimlerde destek oluyor. Yerel yapılanmanın özelliklerine göre, belediye midir, hayır kurumu mudur, hangisiyse, kömürden mercimeğe, aynîden nakdiye böyle yardım dağıtan kurumlar var ve bunların ucunda iktidar.

İlle “nakdî” bir çıkar olmayabilir de. Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “mağduriyet” içinde yaşamış, öyle yaşadığını düşünmüş, dolayısıyla şimdi AKP iktidarı sayesinde kendini de iktidarda sayan bir kesimi de düşünmemiz gerek. Bunlar zaten AKP’nin milis gücü gibi hareket etmeyi öğreniyor. Bu iktidar dizginleri biraz daha sağlam bir biçimde ellerine alırsa, bu kesim Suudi Arabistan’daki, başka şeriatçı İslâm ülkelerindeki “muhafızlar” gibi, toplum üzerinde otoritelerini kurmayı da umabilirler. Yani “iktidar”, maddi ya da manevi, çeşitli nimetler sunuyor.

Kimse “nimet kaybetmek” istemez; onun için bütün bu kesimlerin iktidara nasıl dört elle sarıldığını görmek mümkün. Ama olay bununla sınırlı değil. İktidarın elden kaçırılması durumunda olabilecekler de sözkonusu ve bu, dört elle değil sekiz elle sarılmayı gerektiren bir kaygı.

Haziran seçiminde AKP böyle bir “iktidar kaçırma” durumuna geldi. Sonuçta o seçimden de birinci parti olarak çıkmayı başardı ama çoğunluğu elden kaçırdı. O aşamada, MHP AKP’siz bir hükümet kurulamayacağının teminatı olarak ortaya çıkıp AKP’yi bir ölçüde rahatlattı; ama geri kalanını AKP’nin kendisinin becermesi gerekiyordu. Nasıl becerdiğini hep birlikte gördük.

15 Temmuz’dan beri AKP iktidar kavramlarına o Haziran seçiminde olduğundan çok daha sağlam bir biçimde perçinlenmiş durumda.