Bildiğin Gibi Değil...
Polat S. Alpman

Osmanlı’ya ilişkin çoğumuzun aşina olduğu çarpık tarih anlatısı, Osmanlı’dan söz eden, onu dile getiren kişinin kendi siyasal arzusunu ifade etme biçimlerinden biridir. Bunu sadece “padişahım çok yaşa” diyerek bağırıp Viyana surlarına dayanacağı günlerin hayalini kuranlar için değil, Osmanlı dönemini sadece müstebit sultan ve onun kullarından ibaret bir toplum olarak görmek isteyenler için de ifade etmek gerekir. Osmanlı’yı hadsiz övmek ile hadsiz yermek arasında gidip gelmek elbette tarih disiplininin kendisine ilişkin bir sorun değil. Türkiye’de ana akım tarih disiplini içinde de tarihe ve Osmanlı’ya nasıl bakılması gerektiği hususunda birçok metodolojik çarpıklıktan, gereksiz ideolojik sapmalardan söz edilebilir ancak asıl kriz, Osmanlı’ya ilişkin milliyetçi-muhafazakar ve milliyetçi-laik zihinde var olan tuhaf imajlardır. 

Osmanlı’ya ilişkin bu imajlar politik olarak işlevseldir ve özellikle Türkiye’deki sağ siyasetin popülist arzularına karşılık gelen geniş bir söylem malzemesi sunabiliyor. Bunun en hafif hali, ‘şanlı ecdat’ diye anılan mazi ile dile gelen büyüklük arzusu, en aşırı hali ise Yeni Osmanlıcılık. Yeni Osmanlıcık, I. Irak Savaşı zamanlarında Özal’ın işgalcilerin saflarında bu savaşa dahil olma arzusunun kamuoyuna tercüme edilme biçimiydi. Özal’a göre ABD ile bir olup Irak’a girilmeliydi, “bir koyup üç almak” için bunu yapmak yeterliydi. Sonra Ahmet Davutoğlu döneminde bunları yeniden dinledik. Bu sefer konu Suriye idi ve üç vakte kadar Emevi Camiinde Cuma namazı kılınacaktı. Özetle başına ya da sonuna ne sıfat getirilirse getirilsin Osmanlıcılık, Türkiye’nin devletluları tarafından Ortadoğu’ya bakma biçimleri içerisinden en hegemonik olanı kastetmek için kullanılıyordu. Bir başka ifadeyle Yeni Osmanlıcılık, Türkiye’nin Ortadoğu’yu kendi hegemonya alanı olarak görmesi anlamında kullanıldı, denebilir. Haliyle Osmanlı’ya ilişkin bir konunun tarihte olup biten bir mesele olarak konuşulması zorlaşıyordu.

Osmanlı’nın politik bir ideal olarak köpürtülmesinin en janjanlı dönemlerinden birini Türkiye’nin gerçek anlamda iktidar olmayı başarabilen ilk İslamcı hükümeti olma şerefini taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi yıllarında yaşamak nasip oldu. Siyasal radikalizm yoğunlaştıkça Osmanlı’ya yönelik ilgiler ve duygular çift taraflı olarak yoğunlaştı. Bunu izlemenin en pratik yolu ise popüler kültür ürünleri oldu. Bir anda patlak veren popüler tarih dergileri Osmanlı’nın muhteşemliklerini övmekten kendini alamayıp II. Abdülhamit’in kerametlerinden söz eder oldu. Cüneyt Arkın’lı zamanların en etkili tiplemesi Fatih’in Fedaisi Kara Murat’tan Fetih 1453’e uzanan bu şanlı yolculuk Osmanlı üzerinden siyasal mesaj ve içerik üretmenin pratik yoluydu. Kahpe Bizans ile örülmüş tarih şuuru, bugün Haçlılar anlatısıyla devam ediyor. Dikkat edilirse, kimsenin aslında tarihte olup biten hadiselerden bahsetmediği, bahse konu olanın bizzat şu andaki siyasetin, siyasal pozisyonların kendisi olduğu fark edilebilir. Buna Milli Eğitim adı verilen ve istikametini iyice kaybetmiş eğitim politikaları eklendiğinde ortada tarih namına duran garabet daha iyi anlaşılabilir. Eğitim tarafından verilemeyenleri popüler tarih uğraşıyla da geliştirememenin bedeli ise Türkiye’deki ortalama birinin tarih denildiğinde aklına gelenlerden anlaşılabilir.

Sonuç olarak Türkiye’de tarih, devlet eliyle ve resmi olarak milliyetçi-muhafazakar bir bakış açısıyla tanzim edilen devlet aklının kurgusu olageldi. En genel işlevi ulus-devletin ihtiyaç duyduğu dost-düşman anlatısının bilgisini üretmektir. Resmi tarih dışında kalan popüler tarih anlatısı da bundan farklı sayılmaz. Hatta Muhteşem Yüzyıl’dan Diriliş Ertuğrul’a uzanan popülist tarih ürünlerinin ‘şanlı Türk’ün muhteşem tarihi’nden öteye bir şey söyleyememesinin nedeni tarihe yönelik bu kısır yaklaşımdır. Oysa Osmanlı bu toprakların siyasal, toplumsal ve kültürel tarihinin bir parçasıdır. Onu sadece siyasal tartışmaların, kültür savaşının bir malzemesine dönüştürmek, bir zamanlar bu topraklarda nefes alan Osmanlı toplumunun gerçek hikayelerinin üstünü örterek onu garip bir masala dönüştürür.


***

Can yayınlarından çıkan ve Mustafa Alp Dağıstanlı tarafından yazılan Bildiğin Gibi Değil - Osmanlı isimli kitap Osmanlı tarihine nasıl baktığı ve bakılması gerektiği gibi meselelere bulaşmaksızın kendine özgü bir usul ve terkip ile Osmanlı toplumunu bugüne anlatıyor.Kitap değindiği konuların çeşitliliği ve anlatım tekniği bakımından oldukça zengin bir içeriğe sahip. Ayrıca hızlı ve kolay okunabilen kitabın yazım tekniği ve kurgusu kesinlikle başarılı kabul edilebilir. Ancak kitapta asıl dikkat çekilmesi gereken husus, Osmanlı tarihine yönelik bakış açısı.

Öncelikle kitap Osmanlı’ya ilişkin akademik çalışmalar, şaşalı anlatılar, ne söyleyeceği baştan belli popüler tarih metinleri dışında bir Osmanlı hikayesini merak edenler için oldukça şaşırtıcı ve merak uyandırıcı bir içeriğe sahip. Alandaki ağır teorik ve kapsamlı metinlerin hakikat kasan tumturaklı tarzı yerine yerli-yabancı kaynaklardan derlenen ve tabiri caizse yerli bir seyyah rahatlığıyla kaleme alınan kitap, şanlı ecdadınsıradan dünyadaki sıra dışılıklarını belli bir hakikat zevkiyle aktarırkenbahsi geçen kişileri okuyucuyla el sıkıştıracak kadar yakınlaştırabiliyor. Gerek akademik gerekse popüler tarih çalışmalarında sıklıkla başvurulan yapısal açıklamalar yerine her sorunun kendi bağlamında ve dönemin halet-i ruhiyesine uygun bir biçimde aktarılması kitabın özgün yanlarından biri. Osmanlı’yla ilgili bütün malumatını memleketin efkar-ı umumiyesinden elde etmiş olmaktan bîzâr olanlar için gerisi zaten cümbüş...

Her kesimin kendi Osmanlısını yaratma telaşının hız kaybetmeden devam ettiği bir dönemde böylesi çalışmaların ortaya çıkmış olması popüler tarih okuyucusu için değerli bir fırsat olarak kabul edilebilir. Bunun başlıca nedeni ise Osmanlı’nın toplumsal tarihindeki gerçek ve birbirinden farklı hikayelere siyasal ve sosyal mesaj kaygısıyla bakmak yerine onları bugüne anlatma gayretinin ön planda olmasıdır. Kitabın sırrı o rengarenk dünyayı, yine o dünyanın içinden bu dünyaya aktarmayave bunu yaparken de kendi arzusundaki Osmanlı’yı değil, o gün, orada yaşayan, nefes alan Osmanlı’yı anlatmaya çalışması olarak ifade edilebilir.Böylelikle kitap azametli ya da zelil, kutsal ya da kargış bir Osmanlı yerine merak edilmeye, üzerinde düşünmeye değer bir Osmanlı’dan söz eder hale geliyor. Nihayetinde cinayetten doğum kontrolüne, boşanma davalarından orduların sefer sırasında nasıl beslediğine kadar birçok konu özenli bir sadelikle okuyucuya sunuluyor.

Elbette Osmanlı’ya ilişkin karmakarışık ve birçoğu politik gösteren halinde gezinen malumatların bir kitap vesilesiyle berhava edilmesi mümkün değilse bile bu karanlık günlerin, bu vahşet zamanlarının içerisinde biraz durup soluklanmak için iyi bir fırsat.