Melih Cevdet’in ‘Garip’i (III)
Derviş Aydın Akkoç

Garip şairlerinin poetik tavrı, yani şiirin duyumsal ibresini ve hammaddesini sıradan olana, eşanlı olarak kelime kadrosunu da gündelik olana (“hayata”) kaydırma pratiği; yıllanmış biçimlerden istifa etme arzusu, “kurucu babalar” tarafından yoğun bir öfkeyle karşılanmıştır. Garipçilerin radikal çıkışı, Yalçın Armağan’ın da belirttiği üzere, “Türkçe şiir geleneğinde hiçbir öncülü olmayan yepyeni ve yıkıcı bir şiir”in doğumu demektir. [1] Doğum esprisinden hareketle, baba-çocuk gerilimine ışık düşürmek için “yıkıcı” lafını değil, “yepyeni” lafını odağa alalım: “yepyeni” sıfatına istinaden Garip şiiri için, Türkçe şiir kapsamında “babasız” doğmuştur denebilir mi? Ne anlama gelir “yepyeni”? “Öncülü olmayan” şiir mümkün müdür sorusu da, bir başka çetrefil soru. Armağan haklı: Öncülük bahsinde gelenekte bu tür bir şiirin emaresi yok. Ama Armağan’ın kullandığı sıfat, esasta Melih Cevdet’in tespitinden süzülüp gelmiştir, Anday’ın “Garip hareketinin, bizim şiirimizde öncesi yoktur, şiire ustasız başladık” sözünden bahsediyorum. Demek Garip hareketi hususunda örtülü de olsa bir “babasız-lık” problemi söz konusu. Şiire ustasız-babasız başlamak: fakat şiirin Türkçe şiir alanındaki babasızlığı, bu şiirin hakikaten de babasız olduğu anlamına mı gelir? Bir parça da olsa sınır aşımı yapmakta mahsur yok. Babasızlığı verili bir durum olarak kabul edersek: “yetim” mi yoksa “piç” miydi bu şiir? Yarattığı estetik-politik sarsıntıları hesaba katınca, Garip şiirini “piç-lik” ve “hiç-lik” zemininde düşünmek daha makul sanki. Hiçlikten doğmuş bir “piç” şiir: Kritik bir eşik. Döneceğim.

Sonradan fikrini değiştirse de Nâzım Hikmet de “kurucu babalar” arasında. Sinirli bir adam. Anday’ın aktardığına göre, cezaevindeyken Sabahattin Eyüboğlu’na Orhan Veli ile ilgili şu sözleri sarf etmiştir Nâzım Hikmet: “Orhan Veli oğlum olsa onu evlatlıktan reddederdim.” Burada biraz duralım. Niye ki bu kızgınlık? Kendinden önceki şiirle cebelleşmek bahsinde, yani “babayı öldürme” isteğinde “putları yıkmaktan” söz eden, bir kez bu işe soyunduktan sonra da “ne de kolay yıkılıyorlardı,” diye hayret eden Nâzım Hikmet, niçin Orhan Veli’yi evlatlıktan reddetmek, onu “hadım etmek” istemişti? Garip şiirine “sağdan” gelen tepkileri anlamak meselenin kısmen de olsa kolay kısmı; “sol” neden bu derece tepki gösterdi Orhan Veli’ye ve onun “başını çektiği” Garip şiirine? Bu türden “sert” tepkilerin altında ne türden bir “estetik önkabul” ve bu önkabullere tekabül eden politik niyetler bulunuyordu?

Nâzım’ın Orhan Veli özelinde Garip şiirine kaş çatmasının, imkânı olsa onu evlatlıktan reddetmesinin nedeni şiirdeki biçimsel değişikliklerin “uyağa” kadar genişletilmiş olması galiba. Garipçilerin –biçimsel olarak- kabalaşmayı göze almak pahasına “şairanelikten uzaklaşma” arzuları, bu esnada, Anday’ın sözleriyle “şiirde muhteva dedikleri şeyin sert, açık, sağlam güzelliğine varma” çabaları, önünde sonunda “eski-yeni” kavgası etrafında cereyan eden estetik titreşimlerdi. “Evladım olsa” ifadesinde beliren kızgınlığa, bu kızgınlıkta seğiren çaresizliğe teğet geçmemek lazım, babanın evladını reddetme arzusuna “çocuk” pek de yanaşmıyordur aslında, zira ne de olsa, her durumda “evlatlık” alınacaktır, hem çocuk bu kızgınlığın öznesini “yeterli” iktidara sahip bir baba olarak da görmüyor, “eski” ve “ihtiyar” addediyordur. Anday’ın 1991’de dile getirdiği şu sözleri: “Nâzım Hikmet’le ilişkimize gelince, eski şiire karşı gelirken bunun içine çok sevdiğimiz halde Nâzım Hikmet’i de katıyorduk.”[2] Olası ikame baba (“çok sevdiğimiz halde”) olarak Nâzım Hikmet de Garipçilerin bıçkınlığından nasibini alır; zira o da “eski”nin dairesindedir, dahası putları yıktığını iddia eden Nâzım Hikmet de bir başka puttur, uyak ve yarım kafiyeden vazgeçmeyen şiiri bunun apaçık göstergesidir. Bu gösterge “şiirde şairaneliğe” açılan önemli bir kapıdır ve Garipçiler bu kapının da kesinlikle kapanması gerektiği kanısındadır.

Garip şiiri ve Nâzım şiiri arasındaki farkta biçimsel nüansların önemli bir payı var, elbette başka niteliksel farklar da var Anday’a göre, şöyle ki: Nâzım şiiri “ahenkle” ilerleyen “yüksek sesli” –uyak bu yüksek ses için hayatidir– bir şiirdir: “Nâzım’ın temsil ettiği solcu şiir yüksek sesli şiirdir. Hitabet gibidir, meydanlarda okunur. Bizimki odada okunacak şiirdir. Günlük konuşma gibidir.”[3] Anday’a göre, Nâzım Hikmet’in şiiri geniş “kalabalıklara” militanca bir yerden seslenir, milim şaşmayan bir ideolojinin etkisiyle “kahramanları” çağırır şiire, bu kahramanlara uygun düşen “imaj ve anlamları” devreye sokar. Oysa Garip şiiri “alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden” dizesinde olduğu üzere, daha ziyade “sıradan insana” yönelmeye çalışır. Garip şiiri hitabete yanaşmaz, hitabetin aşırılaştırılmasıyla ortaya çıkan “hamasete” karşı aşılıdır, mekânsal olarak meydanlardan uzak durur; “odalarda okunması” hayatın çeperlerine, uzanma niyetinin önünde bir engel değildir ama. Nitekim Garipçilerin estetik üretiminin siyasi içeriği de bu henüz “ham” yönelimde açığa çıkar. El yordamıyla ilerleniyordur, şiir sahasında. “Büyük davaların” büyük dertleri olan özneleri değil, hayatın alelade öznelerinin şiiri yazılacaktır, toplumsal ve iktisadi şartlar da gözetilerek... Bu stratejiyle yol almaya çalışan şiir –dönemin tartışmaları da hesaba katılınca- solda mı sağda mı duruyordu? Solda duruyorsa ne türden bir soldu bu?


[1] Yalçın Armağan, “Sunuş” yazısı, (içinde), Melih Cevdet Anday: Kalabalığın Şiiri, Orhan Veli ve Garip Üzerine Yazılar, (yayıma hazırlayan: Yalçın Armağan), İstanbul: Everest Yayınları, 2016, s. 9-19.

[2] Melih Cevdet Anday, a.g.e., s. 83.

[3] Melih Cevdet Anday, a.g.e., s. 80.