Başkaları Adına Utanmak
Erdoğan Özmen

Yeni bir yapı biçimleniyor dünya üzerinde bir süredir. Bütün farklı toplumları kat eden yeni bir bölünme, yeni bir karşıtlık biçimi. Politik/ideolojik sahneye, çatışmalara, zorluklara, gündelik hayata, kurum ve alışkanlıklara büyük ölçüde aynı benzer ikilik hükmediyor artık. Nerede olursak olalım sevinçle, şükran duygularıyla içimizi ferahlatan hediyeler de, kahrederek şahit olduğumuz melanetler de aynı kamplaşmadan çıkıyor. Hasretle yolunu gözlediklerimiz kadar, iğrenmeden bakamadığımız rezillikler de oradan… Zulüm ve adaletsizliğin en kaba biçimleri, türlü eziyetleri sadece izlemekle yetinen bir insanlık durumu biraz da bu zemin sayesinde mümkün oluyor. Çirkin bir taş kalplilikle yüzsüzlük karışımı bir şey yayılıyor dünyanın yüzeyine, bir zehir. Diğer yandan ama, kalbimize işleyen keder, duyduğumuz öfke iyice dayanılmaz olduğunda, birden bir mucize gerçekleşiyor ve insana duyduğumuz inanç ve umut yükseliyor yeniden. 

Belli bir istikrar gösterdiğine göre bunu bir kamplaşma olarak adlandırmakta sakınca yok artık: Utanç duygusunu kaybetmiş olanlarla geri kalanlar, dünyanın bütün utancını üstlenmeye kalkışanlar olarak bölünmek bu. Bir alçaklık, pis bir kötülük ortaya çıktığında, henüz anlayamadan dehşetle sarsıldığımız, ille de içimizden en korunmasız ve yalnız olanlara yönelmiş bayağı bir vahşetle karşılaştığımızda, Hrant öldürüldüğünde ya da çoluk çocuk binlerce göçmen ve Müslümana sınır boylarında zulmedildiğinde; katil ve zalimlerle aynı safa dizilenler, kayıtsız ve suskun kalanlar, çirkin bir hesap kitap derdine düşenler bir yanda, hiç tereddüt etmeden ve derhal “Hepimiz Ermeniyiz”/ “Hepimiz Müslümanız” diyerek sokaklara fırlayanlar diğer yanda. 

Dünya bir de böyle yarılıyor işte: Bizi insanlığımızdan mahrum etmek isteyen bir dünya düzenine/hayata razı gelen, onun faillerine teşhirci bir arsızlıkla, göstere göstere itaat eden, dahası onlar gibi olmak isteyenlerle, bu rezilliği katlanılmaz bulan, orada barınamayan, kendini aşağılanmış ve onuru kırılmış hisseden ve hiç olmazsa yüzünü kaybetmek istemeyenler olarak. Utanmak çünkü, yüzü olmaktır bir anlamda. Bu bakımdan bizi öteki insanlara, demek kendimize inanmaktan alıkoyan bir kuvveti vardır utanç kaybının. Utanma kapasitesi bir erdem sayılmalıdır, belki de.

Utanç ve suçluluk tecrübe edilmeleri bakımından karşıt duygular gibi görülse de, aralarındaki fark çoğu zaman belirsiz kalır. Psikanalitik teorinin kavramlarıyla söylersek: Suçluluk esasen üst-ben (süper-ego; ruhsal aygıtın yasak ve tabu mercii), utanç ise ben-ideali (başarısızlık ve yetersizlik ölçütlerinin vücut bulduğu ruhsal kerte) ile ilişkilidir. O halde denebilir ki, bir yasağın çiğnenmesi ve ihlali suçluluk duygusuna, benliğimizin en iç çekirdeğinin ötekinin bakışına maruz kalması ise utanca yol açar. Suçluluk içselleştirilmiş bir norma uygun olarak yaşama başarısızlığından kaynaklanır. Utanç ise dışsal bir norma göre başarısız ve yetersiz olmakla ilgilidir. Oidipus, kendine ilişkin hakikati keşfettikten sonra, bu yüzden oyar gözlerini: Kendini cezalandırma eylemi değildir bu, tam aksine, Ötekinin dayanılmaz bakışından kurtulmak istemiştir. 

Demek kendimi, ancak kendimdeki, içimdeki bir nesne yüzünden utandığım ölçüde bir özne olarak var ederim. Kendimde, toplumsal/simgesel düzene “huzur” dolu ve “sorunsuzca” gömülü duran varoluşumu sarsan, rahatsız eden bir fazlalıkla karşılaştığımda utanırım. Bizi insan olarak tutan, insanlığımızı esirgeyen şeydir utanç. Utanç sayesinde insan kalırız. İnsanın ötekilere bağımlı varoluşunu ve ancak ötekilerle birlikte var olabilmesini hem mümkün kılan hem de dayatan en güçlü imkan utançtır. Yoksa kendine batarak kendinde eriyen/kaybolan bir akıbettir insanı bekleyen. Paradoks gibi görünebilir bu: Utanç, Narkisos’un kaderinden korur bizi. Utancın ruha birden, bir bıçak gibi saplanması, ve derinin kızarmasından kalbin sıkışmasına kadar bütün bedeni aynı hızla kat etmesi bu yüzdendir. Ar damarı çatlamış olanların uyandırdığı iğrenme duygusu ve öfke bu yüzden.

Utanç kaybının, yüzsüzlüğün, arsızlığın, pişkinliğin bütün toplumlardaki feci yaygınlığı, günümüz insanlık durumunun bu seviye kaybı ve böylesine alçalması ne hazin! Ama ötekiler de var işte. Vazgeçmeyenler. Aynı inat ve kararlılıkla devam etmekten vazgeçmeyen, “direnç ve direniş makamından, inat ve ümit makamından bir ‘Her şeye rağmen’” [1]  buyruğuna sarılan, bunu kendine borç bilen sebat kahramanları var şükür ki. O devasa açığı telafi etmek ve harap olmuş insanlık zeminini diriltmek istercesine bir de, başkaları adına utananlar var. Eşsiz bir yüce gönüllülük ve nezaketle başkalarının suçluluğu, sefaleti, perişanlığı ve başarısızlığıyla özdeşleşen ve onlar adına da utananlar 

Hayat onlar sayesinde canlanıyor birden. Boğucu ve karanlık hava onların eylemleri, sesleri ve sloganlarıyla ferahlayıp genişliyor. Onların göz yaşartıcı cömertliğiyle birden çok güzel bir armağana dönüşüyor yeryüzü. Kasvetli ve kirli bir zamanın yüzeyine parıltılı anlar nakşoluyor onların şarkılarıyla. Onlar sayesinde yeniden inanıyoruz işte: insanlığın kökü birdir ve gelecektedir.


[1] Tanıl Bora, “Her Şeye Rağmen”, Birikim Haftalık, 4 Ocak 2017.