Bozgun
Derviş Aydın Akkoç

Güneşin doğuşuna şu kadar vakit kalmışken hem de, sabahlara el konuldu. Ve kimse fark etmeden, aniden oldu ne olduysa. Zamanın süt şişesi düşüp parçalandı. Saçılan beyazlar kırmızıya kesti. “Varoluşun kan izleri” asla silinmemek üzere yüzlere nakışlandı. Yüzler: artık marazi utançların, pişkinliğin, böbürlenmelerin coğrafyası yalnızca; sevgisiz, soluk donuk, sinsi ve ahmak... Sabahların ilhakı ilk darbesini yüzlere indirdi. Ardından birdenbire karardı tüm tül perdeler. Sehpalar, masalar, aynalar birdenbire toz içinde. Toz içinde saçlar, fotoğraf albümleri, elbiseler de. Sakin bir ıssızlık ama her yanda. Temelli bir terk edilmişlik hissi. Vakit durmamış, ağırlaşmış. İnceden bir kırılma sesi ruhlarda, sessizliği bozan. Hâlâ hayat var demek. Hayat; belirtileri bedenin aksak devinimlerinde, nefessiz kalmış ritimlerinde açığa çıkan... 


***

Sabahsız kalmış bedenler uzamı kaplayan karaltılardan ibaret. Gözlerde fer namına uzak cılız bir kıpırtı sadece. Kollar dermansız. Bacaklar ağrılı. Zihinler gerçekliğin inşaat alanı: buruşmuş, molozlaşmış. Hareket son raddesine varmak üzere, ağır ağır sürünerek, diz kaplarını aşındırarak yol alınıyor: Güne doğru. Gün nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bilinmiyor. Yol da alınmıyor aslında. Hep aynı kör noktanın etrafında dolanılıyor, başa dönülüyor. Herkes farkında. Bu cehennem bir türlü bitmiyor. Bitmeyecek de belki. İçine düşüp yok olunacak ebedi bir çukur aranıyor da bulunamıyor sanki. Çiğneyecek. Yutacak. Ağrıları dindirecek. Bir Çukur. Karanlıkta el yordamıyla yoklanan, çukur sanılan boşluklarsa (siyasi rejimler, ideolojiler, ideal devlet özlemleri) kan, tükürük, döl, ter, bok ve sidikten mürekkep, duvarları sonuna kadar “suç”la örülmüş foseptik çukurları. Bedellere, çabalara, heba olmuş enerjilere rağmen bir foseptik çukurundan diğerine debelenmek: tarihsel hareket!

***

Ne kültür, ne dil, ne tarih, ne siyasa, ne sanat, ne de eşya, kurtarmak şöyle dursun meşgul dahi etmeyen meşgaleler: İnsanın kendini çırılçıplak bulduğu bir zaman bu. Adların artık önemi yok: modern, post-modern, geç-kapitalist, neo-liberal... Sonuç: İnsanın ellerini nasıl kullanması gerektiğini bilemediği bir zaman. Arzularıyla başa çıkamadığı, fikirlerinin –ki hepsi kırıntılar halinde– yükü altında bocaladığı, konuşmayı ve dinlemeyi unuttuğu bir zaman. Meziyetlerini yitirdiği, çölleştiği, çoraklaştığı... Umudun da umutsuzluğun da, direnişin de yılgınlığın da, bilgeliğin de zırdeliliğin de, baharın da kışın da savrulduğu bir zaman. Talan edilmiş insan gövdesi, kapitalizmin muhteşem sınırsız pazarı, sömürgeleştirilmiş: İnsan elbet masum değil, bu işgale belki de göz yummuş, gönüllü ya da gönülsüz tasdik etmiş, hatta içten içte istemiş de olabilir. Ölüm içgüdüsünün kabuğu olarak çürüme içgüdüsü. Neden olmasın? 

***

Kimsenin dile getirmediği, susarak geçiştirdiği bir ağır kayıp duygusu... Bu kayıp duygusuna düğümlenen yönsüzlük hali. Kıyılıp biçilmeden arta kalan paçavralar: akademiler, gazeteler, seçim oyunları, aile kurumları, yurt dışı gezileri, televizyon ekranları... Eyvahsız bir bozgun bu. Kabul edilmiş. Teslim olunmuş. Belirgin bir faili de yok galiba bu usta işi cerrahlığın, bedenleri işgal etmelerin. Hayallerin ümüğüne yapışmaların. Herkes. Ya da hiç kimse. Suçlanacak kimse yok. Değiştirecek kimse de yok. Sadece katı ve bükülemez durum var. Sefil.

***

Sabahlara el konuldu. Domatesler yahut peynirler doğransa da olur doğranmasa da olur, sofralar kurulsa da olur kurulmasa da olur zira sabahlarla beraber damaklara da hücum edildi; ağızlarda geceden kalma acı bir tat, bulanık bir su, yavan bir koku. Gökyüzü eski gökyüzü değil. Serin bahar sabahları faslı bitti, dolana büküle uzayıp giden sokaklardan eser yok. Çarpılmış suratlar enkaz: Uykusuzluktan. İşlerden güçlerden. Kemiren rutinlerden...

***

Sabahlar, akşam üstleri, geceler... Hepsine sızılmış vaziyette. Bir tek öğleden sonraları var, o kaldı ırzına geçilmedik, bakımlı tırnakları, ışıldayan dişleriyle onu arıyorlar yana yakıla, bulurlarsa en iştahlı ısırıklarını atacaklar, ve bir ceviz kabuğu gibi kırılacak varlık. Sürünenler, posası çıkmışlar da onu arıyorlar ama: ayağa kalkmak için. Kim önce bulursa o kapatacak bütün çelişkileri, zamanın iplerini de o sökecek... Sıfırdan başlanacak her şeye, külliyen unutarak olan bitenleri... Öğle sonralarında olacak ne olacaksa...