Uluslararası Toplumun Kıtlığı
Ela Bilgen

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, çocuk istismarı, köleliğe varan emek sömürüsü gibi baş etmekte zorlanılan toplumsal sorunların başka toplumlara ve uzak bölgelere mal edilmesi durumu, “öteki” konumundaki, Afrika olduğunda sınırsızca gerçekleşmekte. Öyle ki yoksulluk ve açlık bile diğer bütün toplumlardan çok Afrika toplumlarının sorunu olarak sunuluyor. Bu yaklaşım dünya tarım üretiminin, dünya nüfusuna yetecek miktarlara ulaştığı ancak adil dağılımın konusu olamadığı gerçeğini göz ardı ediyor. Bunun yanı sıra sorunu bir bölgeye özgülemek, sorumluluktan da kaçma fırsatı veriyor. “Gelişmişler” için sıra dışı ama Afrika’nın normali olan açlık ve yoksulluğun sorumlusu da böylece “medeniyetsiz, çağa ayak uyduramayan, sömürüye açık” ya da en bonkör tabirle “kadersiz” Afrikalının kendisi oluyor.

Birleşmiş Milletler’in geçtiğimiz hafta Güney Sudan’da kıtlık ilan ettiği haberi de bu çerçevede, Afrika’nın sıradan sorunlarından biri olarak, dünya gündemini meşgul eden “asıl” sorunların önüne geçemedi. Oysa BM’den yapılan açıklamaya göre yaşanan açlık felaketi, gündemin tam ortasında duran savaş ve çatışmaların bir sonucu. Üstelik Güney Sudan’ı Yemen, Somali ve Nijerya’nın izleyeceğine dair ciddi endişeler dile getiriliyor.

En son 2011’de Somali için ilan edilen ve 250 binden fazla ölümle sonuçlanan kıtlık, 6 yıl sonra bu kez Güney Sudan’da yaşanmakta. Birleşmiş Milletler’den yapılan açıklamaya göre kıtlığın resmi olarak ilanı, hâlihazırda pek çok kişinin açlıktan ölmüş olduğu anlamına geliyor. BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi ülkede 100 bin kişinin açlık çektiğini ve 1 milyondan fazlasının da açlık sınırında olduğunu açıkladı. Ülke nüfusunun % 40’ına tekabül eden 5 milyon kişi için de acil gıda yardımına ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor.

Birleşmiş Milletler’in bir bölgede kıtlık olduğunu açıklaması için gereken koşullar dikkate alındığında bile Güney Sudan’ın ve diğer 3 ülkenin durumunun vahameti ortaya çıkmakta. Bu koşullardan ilki söz konusu bölgede yaşayan hane halklarının en az % 20’sinin aşırı derecede yiyecek kıtlığı çekiyor olması. İkincisi, yetersiz beslenme oranının % 30’un üzerinde olması. Üçüncüsü de günlük ölüm oranının 10 bin kişide iki kişiye ulaşmış olması. Yerinden edilme, aşırı yoksulluk, salgın hastalık gibi etkenler de göz önünde alınıyor ancak durumun kıtlık olarak tanımlanması bu üç koşulun aynı anda gerçekleşmesine bağlı. Bununla birlikte kıtlık ilanı BM’ye ya da üye devletlere herhangi bir yükümlülük getirmemekte. Birleşmiş Milletler, “sorunu dünyanın dikkatine sunmakla” yetiniyor. 

Güney Sudan’da yaz boyunca ürün hasadındaki azalma nedeniyle durumun daha da kötüleşeceği söylense de Birleşmiş Milletler yetkilileri krizin kaynağının doğal nedenlerden ziyade ülkedeki çatışma durumu olduğunu vurgulamakta. Gerçekten de Güney Sudan 2011’de bağımsızlığını ilan ettikten sadece iki yıl sonra ülkede iç savaş başlamıştı. Ordu, Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit ve onun, kendisine karşı darbe girişiminde bulunmakla suçladığı Başkan Yardımcısı Riek Machar destekçileri arasında bölünmüştü. Güney Sudan, 60’tan fazla etnik gruba ev sahipliği yapmakta. Salva Kiir ve Riek Machar ise sırasıyla ülkenin en büyük iki etnik grubunu oluşturan Dinkalar ve Nuerlere mensup. İki grup arasında yaşanan çatışma aynı zamanda büyük bir etnik kıyım, yerinden etme, katliam ve yağmaya da sahne oluyor.

Kıtlık ilanının hemen ardından Gıda ve Tarım Örgütü, Dünya Gıda Programı ve UNICEF tarafından yapılan ortak basın açıklamasında kıtlıktan etkilenenlerin öncelikle çiftçilikle geçinen aileler olduğu ifade edildi ve bir kez daha sorunun doğal afetler değil, göçe zorlanma, tarım alanlarının yıkılması, ürünlerin yağmalanması, çiftlik hayvanlarının ve tarım araçlarının kaybedilmesi olduğu belirtildi. Nitekim BM verileri son 3 yılda yaklaşık 3,5 milyon kişinin yerinden edildiğini söylüyor. Afrika’daki mültecilerin önemli bir bölümünü de bu kişiler oluşturmakta.

BM Genel Sekreteri António Guterres Güney Sudan’daki kıtlığın ve diğer 3 ülkedeki kıtlık tehlikesinin insan kaynaklı ve dolayısıyla önlenebilir olduğunu vurgulamakta. Buna dayanarak üye ülkelerden insani yardımlar için finansal desteği arttırmaları ve çatışmaların taraflarına siyasi baskı uygulamaları çağrısında bulunuyor. Ancak bu 4 ülkedeki açlık kriziyle mücadele edebilmek için gereken 4,4 milyar doların ancak 90 milyon dolarlık kısmının sağlanmış olduğu göz önüne alındığında, uluslararası camianın bir kez daha sorumluluk üstlenmekten kaçındığı ve Afrika’yı kendi “kadersizliğine” terk ettiği anlaşılıyor.