Soylu Enayi
Barış Özkul

Yuri Bykov benim kuşağımdan, genç bir yönetmen: 1981 doğumlu. Rus sinemasının yeni parlayan yeteneklerinden biri. 2014 yapımı Durak (Enayi) adlı filmini geçen yıl görmüş ve beğenmiştim. Bilgesu Kasapoğlu ve Emek Dedeoğlu, bu filmi tiyatro sahnesine uyarlamışlar ve oyun bir süredir Taksim’deki Tatavla Sahnesi’nde gösterimde. Tatavla Sahnesi’nin günümüz Türkiyesi’nde sınırlı imkânlarla, oldukça dar bir mekânda tiyatro sevdasını sürdürecek kadar “enayi” olması da olayın ironisi. Bu soylu enayilikten ilhamla filmin/oyunun üzerinde biraz durmak istiyorum. 

Enayi’nin kahramanı, yaşamını bir su tesisatçısı olarak sürdüren Dima Nikitin. Tamirat için çağrıldığı evi incelerken, sekiz yüz kişinin yaşadığı binanın temelindeki çatlak yüzünden 24 saat içinde çökeceğini fark ediyor. Binadaki insanları kurtarmak için harekete geçiyor ve ilçenin belediye başkanını, emniyet müdürünü, itfaiye amirini, konut müfettişini gecenin bir saati işret masasından kaldırarak göreve davet ediyor. Ama yolsuzluk girdabında sürüklenen bu zevat bir tür suç ortaklığı içinde olduklarından “göreve” falan gitmedikleri gibi önce birbirlerini sonra Dima’yı ortadan kaldırmaya karar veriyorlar. 

Güçbela canını kurtaran Dima’nın iki seçeneği kalıyor: Ya binadakileri ölüme terkedip hayatına devam etmek ya da vicdanını seçmek. Ailesinden kopmak pahasına vicdanını seçen Dima, bu kez sabahın köründe bina sakinlerini tek tek uyandırmak için harekete geçiyor. Filmin sonunda bina sakinlerinden topluca dayak yiyip bir başına kalıyor. 

Bu hikâyenin Rusya’dan Türkiye’ye uyarlanması epey isabetli olmuş. Dima gibi suları bulandırmaya çalışan tipler orada da burada da gerçek birer “enayi” olarak hayatlarına devam ediyorlar. Bir yolsuzluk mu sözkonusu? Sana mı kaldı, çalıyorlarsa çalsınlar ve hatta “çalıyorlar ama aynı zamanda çalışıyorlar” demek doğru olanı. Ya da “Don Kişotluk yapmak sana mı düştü?”

Sanat hemen her devirde topluma egemen ahlakı ve sağduyuyu bir yığın dolayımdan geçirerek yeniden üretir ve kendi “enayileri”ni yaratır. 

Shakespeare’in devrini alalım. Shakespeare’in en çok “üzerine titrediği” enayi Falstaff’tı herhalde. Onunla bir şey anlatmak istiyordu: Falstaff kadınlar arasında dayanılmaz bir cazibesi olduğunu düşünen, kendine/kendi konuşmasına hayran, ahmak bir karakterdir. Shakespeare okurdan (Elizabeth Çağı’nda tiyatro seyircisinden) Falstaff’ın nasıl bir enayi olduğunu anlamasını bekler. Enayilik konusunda safını belirlemesi için okuru başka birtakım karakterler ve olaylarla başbaşa bırakır. Kral Lear’in enayisi kimdir mesela? Üç kızına “Beni ne kadar seviyorsunuz?” sorusunu yönelten kral iki kızının ona gösterdiği “muhabbet” karşısında erirken Cordelia babasının istediği cevabı vermek yerine “kişilik koymaya” çalışır. Sonuçta babasının krallığından kovulur. Shakespeare’in Kral Lear’ına ilham veren İtalyan masalı Su ve Tuz’da ise (Shakespeare bu masalları Geoffrey Monmouth’un Historia Regum Britanniae’sinden okurdu) asi evladın babasına verdiği cevap tam olarak şöyledir: “Seni etin tuzu sevdiği kadar seviyorum”. 

Şimdi insanlık tarihinin enayisi kimdir? Cordelia mı Falstaff mı, Dima Nikitin mi? Günümüz Türkiye’si ve Rusyası’nda bunca olan bitenden sonra o tavırda ısrar ettiği için Dima Nikitin’in enayi olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunun soylu bir enayilik olduğu inkâr edilemez. Orada da burada da yürürlükte olan, gemi azıya almış iktidarlar enayiliğin böylesini daha da değerli kılıyor.