Ana Muhalefet ve Alternatif Muhalefet
Barış Özkul

İktidarın referandum sürecinde oya tahvil edilebilecek herhangi bir krizi sevinçle karşılayacağı, hatta dört elle sarılacağı belli. Hollanda krizi ve başka muhtemel krizler bu çerçevede anlamlı. Bugünün şartlarında, modern zamanlarda Hollanda’yla kriz yaşayan tek ülke olarak tarihe geçmekle övünebiliriz. Uluslararası siyasetin ilke ve teamülleri sadece bizim işimize yaradığı sürece önemli. Onun için açıyı sadece kendi üzerimizden kuruyoruz. Yarın öbür gün Esad, “Türkiye’de bilmemkaç milyon Suriyeli var, Suriye seçimleri öncesi Mersin’de miting yapmak hakkımdır, engelleyenler Nazi’dir” diyecek olsa ne tepki vereceğimiz belli.

Tuhaf olan, en ağır tavrı sergilediğinde en haklı olduğunu sanan ve topluma da bunu kanıksatan iktidar zihniyetinin peşine ana muhalefet partisinin de takılması.   

Kılıçdaroğlu’nun herhalde Hollanda kriziyle ilgili bir hesabı vardır. Onca yaşanandan sonra eğer sandığa giderse HDP seçmeninin Hollanda’yla değil yedi düvelle kriz yaşansa bile referandumda “evet” demeyeceğini biliyordur. Hayır çıkacaksa, MHP tabanından gelen milliyetçi oylarla çıkacak. Kılıçdaroğlu’nun Hollanda krizinde kraldan çok kralcı davranıp “derhal ilişkiler askıya alınmalı” diye çıkışmasının sebebi MHP seçmenini küstürmemekti. 

İyi de bu tür hesapları yapmanın ve ola ki tutturmanın muhalefetin gelecek perspektifine katkısı nedir? 

Türkiye’nin kritik bir aşamadan geçtiği tartışılmaz. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanı’na 2014’ten sonra yaptıklarına dair yetki veren maddeler oylanmamıştı. O yüzden üç yıldır en çok işittiğimiz laflardan biri “fiili durum”. Nisan referandumunda ise Cumhurbaşkanı’nın 2014’ten 2017’ye yaptıklarını ve bundan sonra yapacaklarını oylayacağız. Hayır sonucu güçlü bir özeleştiri çağrısı, evet sonucu ise “fiili durum”un kabulü anlamına gelecek. Dolayısıyla bunun bir anayasa referandumundan çok bir kamuoyu yoklaması olduğunu söyleyebiliriz. Yoklamanın öznesi veya nesnesi Kılıçdaroğlu ya da ana muhalefet partisi değil. Referandumu kritik kılan, muhalefetin şimdiye kadar izlediği etkili siyaset değil. CHP’nin hangi partinin tabanından ne aşırabileceğine dair spekülasyon yapabiliyoruz ama “gidişatı durdurmak ve bir şeyler yaptırmamak” dışında geleceğe dair yapıcı katkısının ne olacağı, siyasetin doğrultusunu ne yönde değiştireceği konusunda fazla bir şey söyleyemiyoruz. 

Bu noktada devreye  günü kurtarmaya çalışan “hesaplar” giriyor. Güncel hesaplardan biri Hollanda krizi ise diğeri de Türkiye'deki Suriyeliler. Suriyelilerin Türkiye’deki varlığından yalnızca CHP seçmeninin değil azımsanmayacak miktarda AKP seçmeninin de rahatsız olduğu gün gibi ortada (yeni ve sarsılmaz bir “milli mutabakat” zemini). Yurdun çeşitli köşelerinde Suriyelilerle girişilen sokak kavgalarına dair haberleri ulusal basında günaşırı okuyoruz. CHP bir süredir bu hassasiyeti köpürtmek için bir tür “stratejik ırkçılık” taktiği izleyerek Suriyelileri gündeme getiriyor. Bu hesabın bir değerle veya ilkeyle izah edilecek tarafı yok. Suriyelilerin önümüzdeki yirmi yılda Türkiye’nin sosyolojik bileşiminde Türkler ve Kürtlerle birlikte temel bir unsur olacağını düşünürsek CHP’nin uzun vadeli bir gelecek tasarımı da yok. Zaten bu tür hesaplarla kurulacak bir gelecek de yok.

Nisan referandumunda halihazırdaki iç karartıcı/faşizan gidişat ve Türkiye’nin geleceği hakkında önemli bir karar verilecek. Ama referandum sonucunda iktidar değişmeyecek. Günü veya ayı kurtarmaya odaklı hesaplar yapmak yerine gündelik hayattaki ilişkileri ilkeler ve değerler çerçevesinde değiştirmeye çalışan ve siyaset perspektifini neyi yaptırmayacağı değil neyi yapacağı üzerine kuran bir muhalefet AKP’ye gerçek bir alternatif olabilir. 

HDP 7 Haziran’dan önceki çizgisiyle buna epey yaklaşmıştı.