Kıymetli Şeyler
Aksu Bora

Bir dost meclisinde eskilerden bir hava söylenirken mesela, usul usul eşlik etmeye, sesimin onların sesine karışmasına bayılırım. Nejat’ın evindeki koca perdede aksiyon filmleri seyretmeye. İpek Hoca’yla pinpon maçına benzeyen mail trafiğimize. Pencerenin önünde oturup kedileri seyretmeye. Muhtemelen hiçbir zaman örmeye fırsat bulamayacağım battaniye modelleri bulup saklamaya. Dönem başında ders syllabusu hazırlamaya. Aslında galiba bütün başlangıçlara. Akşamüstlerine, pencere buğusuna, mayalı hamur kokusuna…

Beni ben yapan, bunlardır. Sevdiğim şeyler. 

Jason Bourne, hafızasının ve kimliğinin peşindeki bu trajik kahraman/katil, kim olduğunu bulmaya çalışır durmadan. Bazen zihninin derinliklerinden anı parçaları yakalamaya çalışarak, bazen geçmiş ilişkilerinde, bazen mekânlarda. Onu o yapan parça hangisidir? “Sen bir katilsin, hep öyle kalacaksın” mı yoksa onu bu sorunun peşine düşüren “başarısız operasyon” mu… Hani adamı öldürmeye eli gitmez de kalakalır, arkasından olaylar olaylar… Başına gelenler mi, seçtikleri mi. Ona yaptırdıkları mı, yapmamayı tercih ettikleri mi.

Bizi biz yapan nedir? Tarih ve coğrafyayla ilgili şeyler mi mesela, şu dünyada kapladığımız yer yahut kişisel tarihimiz gibi. Yahut yaralarımız, “iç acılarımızın toplamı” türünden kimlik kurucu şeyler mi? Ya da başka türden bir coğrafya, başkalarının gözündeki yerimiz mi kim olduğumuzu anlatır? “Tanısan seversin”deki türden bir “asıl ben”imiz var mıdır?

Bir insanı tanımak için neye bakmak gerekir? Onun “gerçek yüzü”nü ne olur da görürüz? İnsanın hakikati nerededir?

Giderek daha fazla, giderek daha güçlü biçimde, beni ben yapanın sevdiğim şeyler olduğuna inanıyorum. Belki sevmediklerimiz, karşı olduklarımız, düşmanlarımız ve onların yapıp ettikleri hakkında konuşmaktan, bu konuşmaları dinlemekten, bunları okumaktan bezdiğimdendir. Belki değil, öyle. 

İnsan bu dünyada kendine bir yer yapıyor. Bazen ev, bazen yuva, sığınak… Onu neyle yaptığı, nerede yaptığı kadar önemli. Sevmedikleri mi çatıyor çerçeveyi, korktukları, nefret ettikleri, kaçtıkları? Yoksa sevip beğendikleri, bağrına bastıkları mı? 

Korkumuzdan mı yapalım evimizi, sevgimizden mi? Hangisine benzemek istiyoruz?

Dünya üstümüze üstümüze geliyor gibiyken, bir durup o eski sorulara dönmek iyi oluyor. Dünyanın öyle bir şey olmadığını hatırlamak. Kendi yerimizi. Onu nasıl yaptığımızı. 

Bana öyle geliyor ki, dünyadaki yerim işte o dost meclisinde, birbirine karışan seslerle örülmüş. Bunu düşünmek korkularımı yatıştırıyor, yeni şeylere başlayacak gücü veriyor.