Çatışmasızlık Bölgeleri: Kim Ne Yapabilir?
Mete Çubukçu

Suriye savaşının 6. yılında "çatışmasızlık bölgeleri" ilan edilerek savaşın sonuna doğru ilk adım atıldı. Kazakistan'ın başkenti Astana'daki toplantıda Rusya, Türkiye ve İran'ın garantörlüğünde ilan edilecek olan çatışmasızlık bölgesinin, başından beri Türkiye'nin ısrarla savunduğu ancak kabul ettiremediği "güvenli bölge" ile alakası yok tabii ki. Uygulama aşamasında birçok sorun tarafları bekliyor. 

Rusya ve İran'ın Suriye yönetimini, Türkiye'nin, aralarında cihatçı örgütlerin de bulunduğu muhalifleri, İran'ın ayrıca Hizbullah, Afgan Hazara ve bilumum Şii kökenli militanı temsil ettiği Astana görüşmelerine Suriye muhalefeti de katılıyor. Suriye'nin geleceğindeki motor ülke Rusya. Rusya Astana'nın da mimarı ama Türkiye'nin temsiliyetine de muhtaç. Ancak Türkiye'nin muhalifleri ne kadar temsil ettiği daha doğrusu, muhaliflerin Türkiye'nin "yeni politikasını" ne kadar kabul ettiği tartışılır. Nitekim, daha anlaşma imzalanırken cihatçı muhalifler anlaşmaya karşı çıktı. Muhalefet "Suriye'de güvenli bölgelerin kurulması kabul edilemez çünkü bu ülkenin bütünlüğünü tehdit ediyor" açıklamasında bulundu. Muhaliflerin itirazını sürdürmesi çok mümkün değil. Çünkü Türkiye buna evet demiş durumda. Ama itiraz noktaları sanki Türkiye'nin de "hassasiyetine" tercüman oluyor gibi: Ülkenin bütünlüğü. 

Zaten Moskova mutabakatı ile Suriye'nin toprak bütünlüğü ve hatta laik yapısının korunacağı belirtilmişti. Suriye yönetimi, Rusya ve İran ve hatta Türkiye toprak bütünlüğünün arkasında zaten. Tabii ki toprak bütünlüğü deyince kimsenin Suriye'yi düşündüğü söylenemez. Herkesin derdi ayrı. Bu nedenle muhaliflerin çıkışının asıl nedeni de 6 yıldır devam eden savaşta hedeflerini ulaşamamaları, artık neredeyse özne olmaktan çıkmaları, hatta Suriye yönetimi karşısında savaşta geri düşmeleri ve belki bir süre sonra yönetimle anlaşmak zorunda kalacak olmaları. Zaten Moskova'da başlayan ve Astana'da devam eden sürecin, savaşın başlangıcındaki hedefler düşünüldüğünde, kazanan ve kaybedenleri artık ortada. Bu noktada Türkiye ve muhaliflerin ikinci safta olduğunu söylemek zor değil.

Güvenli bölge ile çatışmasızlık bölgesi benzer gibi görünse de farklı. Türkiye'de "bunun benzer olduğu, Türkiye'nin tezinin sonunda kabul edildiğini" söyleyenler, durumdan vazife çıkaranlar olacaktır. Ama öyle değil. 

Çatışmasızlık, daha çok tarafların birbirlerine silahlı yönelimde bulunmaması demek. Bu durum silahların tamamen sustuğu anlamına gelmiyor. Sadece adı geçen bölgelerde çatışmaların olmaması hedefleniyor. Bunu denetleyecek ve garantör olacak ülkeler ise Rusya, Türkiye ve İran. Bu bölgelerde çok sayıda ihlal olacağı, tarafların belli bölgelerde anlaşmayı tanımayacağını da şimdiden söyleyelim. 

Anlaşmaya göre, çatışmasızlık bölgeleri İdlip vilayetinin tamamı, Lazkiye, Halep ve Hama vilayetlerinin belli bölümleri, Humus vilayetinin belli bölümleri, Şam/Doğu Guta bölgesi ve Dera ve Kuneytra vilayetlerinin belli bölümlerini kapsıyor. 

Suriye haritasını, 2017 Nisan ayı itibarıyla, önümüze koyduğumuzda sözü edilen bölgelerdeki çatışmasızlık durumu, İdlip bölgesi dışında Suriye yönetiminin lehine bir durum oluşturuyor. Geniş İdlip bölgesine irili ufaklı cihatçı örgütler ama asıl olarak Ahrar Şam örgütü hakim. Bu örgüt ise eskinin El Kaide etiketli örgütü. Dera, Kuneytra gibi yerlerin civarında Feylak El Şam ise Jeyşül İslam örgütleri var ki, bunlar küçük ceplere hakimler.

İdlip ise çok önemli. Çünkü Halep'ten sora Rusya, İran ve Suriye yönetiminin hedefi Hatay'ın doğusundaki İdlip. Buraya yönelik bir saldırı binlerce kişinin Türkiye'ye yönelmesine neden olabilecek. Ama asıl önemlisi birçok cihatçı militanın da Türkiye'ye yönelme ihtimali. Türkiye bu yeni planla bunun önüne geçmeye çalışıyor. Rusya ve Suriye yönetimiyse İdlip'deki cihatçıların Türkiye'nin kontrolündeki bölgeye geçmelerini istiyorlar. Ancak son anlaşma bu durumu mümkün kılmayabilir.

Yine haritaya bakarsak, sözünü ettiğimiz bölgeler Suriye'nin omurgasını oluşturan bölgeler. IŞİD kontrolündeki Rakka merkezli çöl ve Der Zor çatışmasızlık bölgelerine dahil değil. Bir de Kürt bölgesi, yani SDG-YPG bölgesi. Türkiye'nin kontrolündeki bölge de anlaşmaya dahil değil. Çünkü IŞİD'in varlığı söz konusu.

Astana'da imzalanan çatışmasızlık bölgelerinde başarı sağlanırsa buralar de facto güvenli bölgelere dönüşebilir. Bu da tüm ağırlığın IŞID ve Türkiye nezdinde Kürt bölgesine verilmesi ile sonuçlanabilir.

Erken bir yorumla Astana'daki bu anlaşma cihatçı muhalifleri bir yol ayrımına getirdi denilebilir. Ya İdlip de kalacaklar, belki uzun süre silah kullanmayacaklar ya da Türkiye denetimindeki bölgeye geçecekler, son seçenek de IŞİD kontrolündeki bölgelere doğru kaymaları. Bu onlara katılma şeklinde de sonuçlanabilir.

Çatışmasızlık bölgeleri savaşın sonuna doğru atılan bir adımdır. Muhaliflerin itirazı çok fazla önemli görünmemekte birlikte, bundan sonra, El Kaide'nin yeni deklarasyonu ile birçok örgüt "belli bir alanı elde tutma stratejisinden, savaşı uzun süreye yayma stratejisine" dönebilecektir.

Altı yıl önce farklı emellerle yola çıkanlar ve rejimin düşeceğini düşünenler bugün farklı noktalarda. Ancak şu ya da bu şekilde silahların susması ve insanların ölmemesi, o "derin" politikalardan çok daha önemli.