‘Chaebol’lara Direnen Demokrasi: Güney Kore Başkanlık Seçimi
Ela Bilgen

Geçtiğimiz günlerde Güney Kore’de yapılan devlet başkanlığı seçimiyle, ülkede neredeyse bir yıldır devam eden siyasi karmaşanın da sonuna gelindi. 2016’nın son ayları, dönemin devlet başkanı Park Guen-hye’ye karşı yapılan büyük sokak eylemlerine sahne olmuştu. Zira Başkan’ın, yetkili olmamasına rağmen yakın bir arkadaşını tüm hükümet işlerine dâhil ettiği, arkadaşınınsa bu yakınlığı kullanarak ülkedeki büyük şirketlerden kendi denetimindeki vakıflara hukuksuz biçimde yüklü miktarda para aktardığı ortaya çıkmıştı.

Güney Kore’nin Hyundai, LG, Samsung gibi büyük şirketleri ‘chaebol’ denen bir sistemle çalışmakta. Korece’de ‘servet’ ve ‘klan’ anlamına gelen iki sözcüğün oluşturduğu ‘chaebol’ terimi küresel düzeyde iş yapma kapasitesine sahip aile şirketlerini tanımlamak için kullanılıyor. Bu şirketler 1960’lardan itibaren siyasi iktidarın desteğiyle devleşen, küçük ve orta ölçekli girişimleri yutarak büyüyen ve yönetimleri en azından 3 kuşaktır babadan oğula devredilen yapılanmalar.

Bu şirketler Güney Kore’ye özgü değil elbette. II. Dünya Savaşı’nın ardından, ABD etki alanındaki ülkelerde ama başka isimlerle pek çok aile şirketi gelişip serpildi. Bunların hükümetlerle kurduğu yakın ilişkiler, siyasal kararların alınmasına yaptıkları güçlü etkiler ve sıradan insanların refah düzeylerinde meydan gelen kötüleşme pahasına denetimsizce zenginleşmeleri tüm dünyada sıradan insanların tepkisiyle karşılandı ve sistem karşıtı hareketleri tetikledi. Ancak Güney Kore özelinde ‘chaebol’lar, işlerin liyakatle yürütüldüğü konusunda gelişmiş Batı’nın büyük şirketleri kadar bile ikna edici olamadılar. Öyle ki ülkede ‘chaebol çocukları’ diye ayrıcalıklı bir sınıf oluştuğuna inanılıyor. Eski Başkan Park’ın arkadaşına rüşvet verdiği iddiasıyla tutuklanan Samsung’un fiili başkanı Lee Jae-yong da buna örnek teşkil ediyor. Lee yönetimi babasından ve babası da Lee’nin dedesinden devralmıştı. Lee’nin çocuklarıysa Samsung’a bağlı şirketleri idare ediyor.

Hükümetin bu aile şirketleriyle kurduğu yolsuzluk, rüşvet ve kimi zaman da karşılıklı tehdit ve baskıya dayalı bu ilişkinin Ekim 2016’da basına sızmasından bu yana yüz binlerce Güney Koreli protesto eylemlerine katıldı. Halkın baskısı sonucunda pek çok şirket incelemeye alındı, Samsung başkanının yanı sıra onlarca kişi tutuklandı ve Devlet Başkanı Park istifaya zorlandı. Birkaç kez kamuoyundan özür dilemesine rağmen yanlış bir şey yapmadığı konusundaki ısrarından vazgeçmeyen Park’ın, görev süresinin dolacağı 2018’e kadar istifa etmeye niyeti yoktu. Ancak önce parlamento tarafından görevden alındı. Parlamento kararının yargı tarafından da onaylanmasıyla Güney Kore demokrasi tarihinin görevden azledilen ilk devlet başkanı oldu. Azledilmesiyle birlikte dokunulmazlığını da kaybeden Park hâlihazırda görevi kötüye kullanma ve yolsuzluk iddialarıyla yargılanıyor.

Park’ın azlolunması aynı zamanda ülkeyi erken seçime götüren süreci de başlatmış oldu. Mart’tan bu yana devam eden seçim kampanyalarının esaslı konusuysa ‘chaebol’lar üzerindeki denetimin arttırılmasıydı. Seçimin galibi Demokratik Partili Moon Jae-in’le birlikte başkanlık için 12 aday daha yarıştı ve ‘chaebol’ reformu hepsinin ortak vaadini oluşturdu. ABD gündeminden doğru dünya gündemini meşgul eden Kuzey Kore’nin nükleer silahlanması meselesi bile ‘chaebol’ların gölgesinde kaldı.

Kuzey Koreli sığınmacı bir ailenin çocuğu olan yeni başkan Moon eski bir insan hakları avukatı. En yakın rakibi olan ve cinsiyetçi söylemleriyle dikkat çeken, muhafazakâr Hong Joon-pyo’nun aksine liberal bir çizgide, hak ve özgürlüklere vurgu yaparak iktidara geldi. 1970’lerde henüz bir öğrenciyken, dönemin devlet başkanı olan, Park Guen-hye’nin babası General Park Chung-hee’ye karşı gerçekleştirilen eylemlere katılmış ve tutuklanmış olmasının da değişim arzusundaki seçmen açısından sembolik bir anlamı oldu.

Moon Jae-in’in seçim vaatleri arasında ‘chaebol’ reformunun yanı sıra yolsuzluk skandalıyla bölündüğünü söylediği ülkeyi birleştirmek, ekonomiyi canlandırmak, demokrasiye geçişten bu yana rekor düzeylere ulaşan genç işsizliğini düşürmek, uzun çalışma sürelerini kısaltmak, iç politikada şeffaflığı arttırmak ve Kore yarımadasına barışı getirmek yer alıyordu.

Ekim 2016’da başlayan protestoların odağında aile şirketlerinin haksız büyümesi, işsizlik ve çalışma koşullarıyla ücretlerdeki kötüleşme olduğundan seçim vaatlerinin de bu konulara yönelmiş olması olağan. Vaatlerin ne kadarının eyleme döküleceği ise önümüzdeki günlerde açığa çıkacak. Yine de şimdilik Başkan Moon’un bu çetrefil mevzulardan ziyade işe nispeten kolaydan başladığı söylenebilir. Nitekim 10 Mayıs’ta başkanlık yemininin ardından ilk görüşmelerini önce ABD Başkanıyla, hemen sonrasında da Çin ve Japonya liderleriyle, Kuzey Kore’den kaynaklı nükleer savaş tehdidi hakkında yaptı.

ABD ve Kuzey Kore arasındaki gerilimin tırmandığı bir dönemde, kuzey komşusuyla arasını düzeltmek niyetindeki Moon’un işi ilk bakışta kolay görünmüyor. Bir yandan müttefik ABD ‘ön alıcı saldırı’ dâhil Kuzey Kore’ye karşı tüm askeri önlemlerin gündemlerinde olduğunu söylemişken, Pyongyang yönetimiyle görüşebilmenin yollarını arıyor. Diğer yandan önceki hükümetin onayıyla ABD tarafından Güney Kore’ye konuşlandırılan füze savunma sisteminden dolayı huzursuz olan Çin’i yatıştırmaya çalışıyor. Üstelik Donald Trump füze sisteminin ücretini pervasızca Güney Kore’den talep etmekteyken…

Yine de Trump’ın Kore sularında savaş gemileriyle yaptığı şov her şeyden çok kendi kamuoyunun dikkatini çekmeye yönelik bir hamle olarak değerlendirilmeli. Gerçekten de askeri potansiyeline rağmen bu potansiyeli harekete geçirmek, hegemonyasının sonlarındaki ABD için her zaman olduğundan daha güç. Böyle bir askeri hamle Trump’ın dünya sorunlarına karşılıksız koşmaktan vazgeçildiğini anlatan “Önce Amerika” politikasına da uymuyor. Bu nedenle orta vadede ABD’nin, Moon’un bölgesel konularda inisiyatif almasının önünde durmayacağını söylemek mümkün. Yeni başkanın sosyal adalet meselesinin üstesinden gelip gelemeyeceğini ise zaman gösterecek.