Yanarken: “Bahçelerden Uzak”
Derviş Aydın Akkoç

Halis manada bir kez yanmaya görsün insan: en güçlü istekler bile geri çekilir, köpürmüş arzular sakinleşir, hülyalar bulutlar gibi dağılır, ve nihayet durulur çalkantısı deli gönlün. Akıl ve yüreğin o kadim savaşı ruhu çoktan bir harabeye dönüştürmüştür de, insan sonradan anlar kayıplarını, hebalarını. Gönlün savurgan delişmen dili bir yerde susar, aklın soğuk buyurgan dili konuşur: uslan! İmgeler parçalanıp saçılmış, düşleri kelepçeleyen gerçeklik o sarsılmaz tahtına çoktan kurulmuştur. Bu uslanma faslında nasıl da anlaşılırdır aklın dilinden medet umup da, sevginin ve zevkin nesnelerini hakir görmek, hayallere kaş çatıp da isteklere dudak bükmek...

***

Yahya Kemal’in -Ahmet Hamdi Tanpınar’a ithaf ettiği- “Bahçelerden Uzak” şiiri, yanıp kavrulmanın acısını nesneden çıkaran, kızgın ama efkârlı bir parça. Bu kasvetli şiirde, bir ömür peşinden koşulmuş arzu nesnesine yüklenen anlamlar geri alınmaz sadece, anlamlar tersine çevrilir, bir değersizleştirme hamlesi eşliğinde: “İstemem artık ışık, râyiha, renk âlemini, / Koklamam yosma karanfille, güzel yâsemini. / Beni bir lâhza müsâit bulamaz idlâle, / Ne beyaz bakire zambak, ne ateşten lâle.” “İstemem artık”: Şiirin öznesi, bundan böyle güçlü bir arzu imgesi olarak “bahçeler” söz konusu olduğunda ışık, koku ve renk cümbüşleriyle yoldan sapmayacak, ayartılmalara karşı kendini sıkı sıkıya kapatacak, bir an bile “müsait” olmayacaktır. Ama bu kapanma ya da kendini nesneden geri çekme (“uzak” durma) hareketi sanıldığı kadar kolay değildir. Ötelenen nesne, onu öteleyen özneye hâlâ bir çekim kuvveti uyguluyordur. Bu kuvveti alt etmek için bir tavır geliştirilir: Zevk vermesi umulurken acı veren bir nesneden kurtulmanın en kolay yolu olarak nesneyi lekelemek, buruşturmak, çirkinleştirmek...

***

Yahya Kemal’in formülasyonuyla “derûnî” ya da “saf şiir”in motifleri (karanfil, lale, zambak vs.) özellikle bu şiirde, bütünüyle değil ama yarı yarıya tasfiye edilir, istisnai bir şiirdir bu açıdan. Bu yarım bırakılan tasfiye sürecinden şiirin öznesi de nasibini almış, arada kalmıştır: Karanfil “yosma”dır ama yasemin hâlâ “güzel”dir; zambak “bakire” iken, lale “ateşten”dir. Karanfilin sıfatı olan “yosma” ile yaseminin sıfatı olan “güzel” arasında bir simetri kurulmuş, şiirin öznesi bu simetrinin tam ortasında, demek “yosma”ya da “güzel”e de eşit bir azap mesafesinde konumlanmıştır, azabından da zevk alarak...  

Bu simetri sonraki dizelerde bozulur ama: “Beklemem fecrini leyâklar açan nîsânın, / Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.” Nesneyi lekeme işlemi buradan sonra durdurulur; negatif bakış çekilirken, melankolik pozitif bakış daha baskın hale gelir, şiirin “duygu” düzlemi de, bu eşikte azap katından keder katına iner. Bu voltaj düşürme işlemi fiillerde de kendini açığa vurur: “Beklemem” ve “özlemem” fiilleri “istemem” kadar keskin ve yüklü değildir; “artık” çıkışındaki o karar ânı enerjisinden yoksun oldukları için.

***

Yahya Kemal şiirini bir ucundan diğerine kat eden, mevcut motif ve imgeleri bir dünya panoraması dahilinde yerli yerine oturtan, içinde hudutsuz “rüyaların”, denizler gibi genişleyen “hülyaların”, ışıklı “aşkların” boy attığı “ezeli bahçe”lerden uzak durma isteğinin nedeni ise son dizelerde dillendirilir: “Her sabah başka bâhar olsa da ben uslandım, / Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım.” Bu uslanma, belki de “usanma” aşamasından sonra bir daimi hazandır artık “her sabah”: Işıktan karanlığa, günden “gece”ye geçiş. Şairi olduğu kadar şiirin öznesini de (“saf şiire” Divan şiirinden transfer edilen esas “kök” motiflerden biri olarak) “gül” yakıp kül etmiştir.

***

Gülden yanmanın ve uslanmanın estetik duyuştaki bu güzel tezahürünün elbette politik duyuştaki yanmayla da bir alakası var: yanan sadece şair ve şiirin öznesi değil, şairi de şiirin öznesini de dairesine alan ama şiirin selameti adına geride tutulan politik özne; bu politik öznenin dikiş tutmaz dünya tasarımıdır...