IŞİD: Yükseliş ve Düşüş
Mete Çubukçu

IŞİD’in düşüşü de yükselişi gibi kısa sürede oldu. Uzun geçmişi Afganistan’dan Irak’ın işgaline kadar uzansa bile dünyada şok etkisi yaratan çıkışı, bütün istihbarat örgütlerinin gözünün önünde, belki de bilgisi dahilinde, tıpkı bir yıldırım harekatı sonrası Musul’u ele geçirmesiyle oldu. Kent, büyüklüğünün tersine, kısa sürede, az sayıdaki IŞİD militanı tarafından ele geçirildi. Kimilerine göre “öfkeli Sünni gençlerin” işi olan bu vahşiliğin post-modern hali, sadece kenti ele geçirmekle kalmadı. Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil’in kapısına dayanıyormuş gibi yaparak Şengal’e yöneldi. Musul’da ordu karargâhlarını ve silahları bırakıp kaçtığı gibi, peşmergelerde ilk anda Şengal’deki Ezidileri IŞİD’in eline terk etti. Tarihin büyük Ezidi katliamlarından biri daha yaşandı, hâlâ IŞİD’in elinde esir pazarlarında satılan kadınlar var.

2014’te Musul’la beraber yaşanan şaşkınlık aslında örgütün bu ani çıkışının “bilinmiyor” olmamasıyla açıklanamazdı. Musul’un IŞİD’e teslim edilmesinin altında, ulusal bir ordusunun bulunmaması ve mezhebi dengesizliğin bir türlü halledilmemesi ve hepsinden önemlisi bir Iraklı kimliğinin oluşmamış olması yatıyordu. Kentteki ordu mensupları ki çoğunluğu Sünni’ydi, her türlü silahı IŞİD’e bırakarak kaçtı. Bir kısmı daha sonra IŞİD’e biat ederek çeşitli görevler aldılar. Musul geri alındıktan sonra bu kişilerin akıbeti ise meçhul. 2014’te Şengal’de Ezidiler’i katleden, kadınlara tecavüz edenler, Ezidilerin deyişiyle, kirveleri yani yan köydeki Arap komşularıydı. Musul’daki durum örgütün enternasyonal savaşçılarla birlikte yerli unsurlarında bulunduğu, hatta yerli unsurların ağır bastığı bir durumdu. Kötülük bir anda yine galebe çalınca yüzlerce yıllık bilinçaltında yatan düşmanlıklar gün yüzüne çıkmıştı.

IŞİD’in doğuşu, yükseliş ve çöküşü ile ilgili uluslararası, siyaseten, sosyolojik, psikolojik, konspiratif vb. açıdan yapılabilir, yapılacaktır da. Ancak bana en önemli geleni Türkiye’yi yönetenler dahil olmak üzere dünyanın bu gelişmeyi görmezden gelme biçimi; bilmiyormuş gibi yapma hali. Bu durum hareketin, birçok farklı gerekçenin yanı sıra, örgütün kendinden menkul bir şekilde büyümesinin nedenlerinden birisi. Çünkü bu durumun Suriye versiyonu Esad’ın devrilebilecek cihatçı, selefi yapılara ilk zamanlarda göz yumma biçiminde gelişti ki bu yapıların çoğu IŞİD’e katıldı ya da biat etti. 

IŞİD olgusu önümüzdeki yıllarda birçok farklı alanda farklı açılardan incelenecek. Bu konuda en genel geçer yaklaşım “örgütün başkaları tarafından kullanıldığı ve kullanım süresi geçtiğinde işi biteceği” şeklinde. Ancak bu tür yorumlar Ortadoğu’yu sürekli olarak bilinmez bir elin karıştırıp yönlendirdiği sığlığı ve kolaycılığından başka bir şey değildir. IŞİD tarzı örgütlerin belli bir süre sonra çeşitli istihbarat örgütleri ile ilişki kuracağı tahmin edilir. Çeşitli ülkeler kendi çıkarları çerçevesinde örgüte belli oranda göz yumarlar vs. Bunlar doğrudur. Ama söylemek gerek ki IŞİD’in sadece bir terör örgütü olmadığı, kitle tabanına dayandığı, taban çekildiği zaman coğrafya ve taktik değişikliğine yönelebileceği ve hepsinden önemlisi bir realite olduğudur. IŞİD bu açıdan aynı kaynaktan beslense de El Kaide’den farklı. Çünkü benzer hareketleri içinde IŞİD ilk kez bir toprak parçası üzerinde kurulduğunu iddia ettiği bir devleti yönetmeye soyundu. Bu devlet, kanunları, kurumları, yöneticileri, bütçesi, ordusu olan bir devletti; her ne kadar vatandaşlarının büyük kısmı gönüllü olarak bu devlet sınırları içinde yaşamasa da.   

Ancak, örgütü kimler yönlendirdi ve yararlandıysa bile, bir kurgu, kullanım süresi bittikten sonra tamamen devre dışı bırakılacak bir alet olmadı hiçbir zaman. Örneğin Irak’ta yükselen Şii gücüne karşı bir defans, bir denge unsuru olarak kullanıldı ilk zamanlarda. Suriye’de iç savaşın ilk yıllarında Esad yönetimini en çok zorlayacak güç olarak görüldü; ses çıkarılmadı. Hatta Esad yönetimi de bu vahşi örgütün uygulamalarının bumerang etkisi yapacağını bilircesine eylemlerine ses çıkarmadı, üzerlerine çok gitmedi, hatta cezaevlerindeki cihatçıları bile dışarı saldığı söylendi. Bir Ortadoğu politikacısı, lideri olarak günü geldiğinde bu tür yapıların, sadece kendisinin değil Batı’nın da canını yakacağını tahmin ediyordu. Hatırlanırsa o sıralarda Avrupa’dan cihatçılar Suriye’ye doğru yönelmeye başlamıştı. Batı’da cihatçıların akışına göz yumuldu, sınırların kontrol edilmemesine de ses çıkarılmadı. Hatta Avrupa ülkeleri ve diğerleri cihatçıların Suriye’ye gitmesine de sıcak baktı, kendi ülkelerinden uzaklaşsınlar diye. Tabii ne zaman ki IŞİD’in Batılı militanları vahşi yöntemler uygulamaya, bu yöntemleri sosyal medya aracığı ile dünyaya yaymaya başladılar herkes frene bastı. O vakite kadar Suriye sınırlarının kontrolü konusunda örneğin, ABD’den yüksek sesle bir eleştiri gelmiyordu, Ruslar durumu daha yakından izliyordu ama onlar da Suriye’ye tam girmemişlerdi. 

Ama Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri bu konuda daha tecrübeliydi çünkü birbirlerini şimdilerde teröre destek olmakla suçlayan ülkeler mesela Suudiler ve Katar bölge bölge, isim isim cihatçı örgütleri destekledi, bunlar arasında Suriye’deki IŞİD de vardı. Türkiye ise ilk yıllarda örgütü tehdit olarak görmedi, bazı “kokteyl” tariflerle geçiştirilmeye çalışıldı. Hatta Musul’daki Türkiye Cumhuriyeti konsolosluğunun basılmayacağı bile düşünüldü. Daha ileri giderek Suriye Kürtleri ile ya da tanımı daraltacak olursak YPG-PYD ile IŞİD’in başa çıkabileceği bile düşünüldü. Kobani bunun en önemli örneğidir. Bilinmez ama IŞİD içindeki en önemli kırılma ve tartışma Kobani sonrası yaşandı. Çünkü örgüt liderliği Kobani’nin ele geçirilmesini prestij meselesi haline getirmişti. Üstelik Kobani’nin alınmasının ardından bazı sınır kapıları olmak üzere Kürt bölgesinin kontrolünün kolaylaşması, ileriye yönelik olarak örgütün varlığı açısından hayati önemdeydi. 

Kobani muharebesinde Amerikan hava destekli YPG’nin beklenmeyen direnişi, IŞİD liderliğinin hesapsız ve taktik içermeyen saldırısını püskürtürken, örgüt net olmamakla birlikte çok sayıda (4-5 bin) militanını kaybettiği, bu kayıplar sonrası örgüt içinde bölgesel liderliğin sorgulandığı, yabancı savaşçılar için cazibe merkezi olma özelliğini yitirdiği görüldü.   

IŞİD’in en önemli hatası yukarıda belirttiğimiz gibi Kobani’nin yanı sıra topraklarını sürekli büyüterek kontrol etmek ısrarı oldu. Çünkü alan kontrolü, alanı ele geçirmekten daha zordu. Alan kontrolü arttıkça koruma zorlaştı, Batı’nın dikkatini daha fazla çekmeye başladı. Burada bir Ortadoğu ülkesi olarak Suriye ve Suriye’yi yönetenlerin Ortadoğu’da politika yapma kabiliyeti ve Ortadoğu dengelerinin nasıl kendi lehlerine döndürebileceğinin örneği de verildi. Bu durum birkaç aşamada ortaya çıktı.

Birincisi, “tehdit” olarak IŞİD’in önü açılarak, büyümesine göz yumulmuş, ikincisi, Batılılara zarar vermesi için beklenmiştir. Bugün Musul’dan askerî olarak atılan ve Rakka’da bulanan IŞİD karşısında bütün dünyanın tek vücut olması, Suriye’nin geleceği ile ilgili her şeyin ikinci plana atılması, IŞİD’in bir yapıştırıcı işlevi görmesi, kısa sürede yükselen örgütün, aynı hızla inişe geçmesine neden olmuştur. İkincisi, Suriye yönetiminin kendisini IŞİD ile örtmesi ve tehdidin yönünü çevirmesiydi. Oysa bazı ülkeler IŞİD’in ve türev örgütlerin koçbaşı gibi kullanılıp Suriye yönetiminin devrilmesinde önemli rol oynayacağı fikrindeydi. Ancak tecrübeler bu tür durumların bumerang etkisi yaratabileceğini öngörüyordu, nitekim örgütün Suriye’deki rejim devrildikten sonra ele alınabileceğini düşünenler yanıldı.   

Şimdilerde Musul’un IŞİD’den temizlendiği söyleniyor. Şehrin bir bölümü tamamen enkaza dönmüş durumda. 3 yıl boyunca örgütle birlikte çalışan Musulluların akıbeti ise belirsiz. Bir kısmı günün şartlarına uyarak taraf değiştirmiş olabilir, bir kısmı da intikam saldırılarına maruz kalacak, diğerleri de yeraltına çekilerek yeni eylemlerle ortaya çıkacak gibi. 

IŞİD karşıtı koalisyonun özellikle havadan göz açtırmadığı örgütün karada Irak, Irak ordusu, Suriye’de SDG/YPG ile savaşırken çok ciddi kayıplar verdiğini biliyoruz. Bu arada Rakka operasyonunda YPG’nin de kayıpları yüksek. Zaten hiçbir ülke ve hiçbir örgüt bir diğeri olmadan bu savaşı yürütecek kapasitede değildi, koşullar birlikte mücadele etmeyi zorunlu kıldı.

Rakka operasyonu devam ediyor. İleriki dönemlerde Rakka düşecek ve örgüt muhtemelen Der-Zor tarafına çekilecek, sınırlardan diğer ülkelere geçebilecek. Irak’taki IŞİD sonrası koşullar burada geçerli. Yabancı savaşçılar ise ülkelerine dönmeye çalışacak ya da yeni coğrafyalara, bu Libya’dan Afganistan’a, Afrika’ya kadar bir uzanım olabilir, yöneleceklerdir. Avrupa’dakiler ise örgütün gevşek örgütlenme biçimi gereği bulundukları ülkelerde eylem yapabilirler. 

3 yılda yükselen ve düşen bir örgüt olarak IŞİD bir süre daha kendi varlığını koruyacak büyük ihtimale sonrasında başka radikal İslamcı örgüte dönüşecek, tıpkı öncülleri gibi. Yani IŞİD’in Musul ve Rakka’dan temizlenmiş olması onların Batılı başkentlerde eylem yapmayacağı anlamına gelmiyor. Üstelik adı geçen örgüt askerî olarak bitirildikten sonra varolan koşulların değişmemesi halinde bütün bu olan bitenin de bir anlamı kalmayacaktır. 

Ortadoğu bu açıdan bir yol ayrımına gelmiştir. Bu ayrım yeni olmamakla birlikte eski bir paradigmayı yeniden önümüze sürmektedir. Yani, “rejimler her ne olursa olsun öncelik güvenlik ve istikrar mı” yoksa “eski rejimlerin yıkıldığı ve yolunu arayan bir coğrafya mı”. Sanki Suriye’den sonra ilk seçenek ağır basacak.