İbn Haldun
Tanıl Bora

Adalet ve Kalkınma Partisi, önceki gün 16. kuruluş yıldönümünü kutladı. AKP iktidarlarında dört yıla yakın Başbakanlık Müsteşarlığı, dört yıla yakın bakanlık yapan Ömer Dinçer, Haziran başlarında bir gazete yazısında, İbn Haldun’un devletlerin-iktidarların yozlaşmasına dair sözlerinden seçmeler aktarmıştı. “Devlet kurarak hükümdarlığı elde ettikten sonra, (…) büyük yapılar ve saraylar yapmaya (…) başlarlar, böylece onlar devlet ve onun servetinin meyvelerinden faydalanırlar (…) Tanrı bunların hâkimiyet ve devletlerinin sona ermesini ve yıkılmasını takdir edinceye kadar onlar bu yaşayışlarına devam ederler.” Böyle sözler. Dinçer’in bunları ‘öylesine’, “bilgi ve hikmet sahiplerinden yönetim dersleri” diye aktarmasını, ‘manidar’ bulanlar olmuştu.

***

İbn Haldun üzerine, İbn Haldun Üniversitesi’nin 20 Mayıs’taki açılış töreninden sonra, iki üç hafta boyunca çok konuşulmuştu. Bu üniversite, sanıyorum önce Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden, sonra Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nden murat edilen, “alternatif sosyal bilim” üretim merkezi olma misyonunun yeni yüklenicisi. “Alternatif”ten kastedilen, evvela, memleketin Ankara SBF gibi tarûmar edilen saygın sosyal teori okullarına milliyetçi-muhafazakâr bir alternatif çıkartmak. Sonra, “hikmet” ve “irfan”la rasyonel-ampirik bilgiyi bağdaştırarak modern-Batılı sosyal bilim geleneğine alternatif yaratmak – ki İbn Haldun’dan ilhamla buna “uygulamalı Haldunculuk” da diyorlar.

Lacivert Dergisi'nin Mayıs sayısını kaplayan İbn Haldun dosyasında, bu üniversitenin kurucu rektörü Recep Şentürk’ün söyledikleri, [1] düşünüre yüklenen mana ve ehemmiyetin esaslarını özetliyor. Bu esaslardan biri, az evvel değindiğim, İbn Haldun’un “Batılı” sosyal bilime alternatif bir epistemolojinin kaynağı olarak düşünülmesidir. Böylelikle bir Osmanlı-Türk-İslâm-Doğu başkalığına heves edilirken, İbn Haldun’un Batı nezdindeki ‘tanınmışlığında’ bulunan meserret de gözden kaçmamalı. Şentürk, “İbn Haldun, Batı dışında yetişmiş olmasına rağmen dünyadaki bütün sosyal bilimcilerinin önünde saygıyla eğildiği yegâne Müslüman düşünürdür,” diyor mesela. Hatta, eski ABD Başkanı Reagan’ın, vergi politikalarında “İbn Haldun’un fikirlerinden beslendiğini söylediğini” zikrediyor…

***

Günümüz İbn Haldun ilhamında vurgulanan bir diğer nokta, Osmanlılar’ın İbn Haldun’u çok önemsemiş, hatta onun “takipçisi” oldukları, onun “teorilerini bizzat devlet yönetiminde uyguladıkları”dır. Osmanlılar’ın “uygulamalı Haldunculuğu” da gayet pratiktir, bu anlatımlara bakılırsa: İbn Haldun’un bir devletin yozlaşma ve çöküşle sonuçlanan tarihsel-sosyolojik gelişme döngüsünün süresini takriben 120 yıl olarak öngörmesi karşısında, bu ömrü uzatmanın yollarını arıyorlar. Bunun hüsnütabiri şudur: yozlaşmayı önleyerek tarihin akışını yavaşlatıyorlar. Nitekim, başka uzmanlar, Osmanlı âlimlerinin İbn Haldun’la, esasen devlet zayıfladıkça ve çöküş endişesine kapıldıkça ilgilendiğini hatırlatıyorlar. [2] İbn Haldun’un değerli müşerrihi Süleyman Uludağ, onun Mukaddime’sine ilginin, 19. yüzyılın ikinci yarısında derinleştiğini kibarca hatırlatıyor. [3]

Özetle, Osmanlı’nın “uygulamalı Haldunculuğu”nun esası, devletin ömrünü ‘sündürme’ gayretidir. [4]

***

Tabii, Mayıs sonundaki İbn Haldun kampanyası sırasında medyada en büyük zevkle işlenen husus, “üniversitelerimiz”in, “aydınlarımız”ın (Kemalist, Batılı, pozitivist, seküler, solcu, ilh.…) nasıl da İbn Haldun’un adını bile işitmemiş, nasıl ona alâkasız oldukları idi. 

Gerçi, Aktay, solun İbn Haldun’a ilgi duymuş olduğunu not etti – fakat (elbette!) ‘yanlış’ anladıklarını zikrederek... İbn Haldun’un eserinin ustalarından biri olacağını herkesin teslim edeceği Süleyman Uludağ da, 1960’larda sosyalistlerin, İbn Haldun’u “Marx’tan evvelki Marx’ şeklinde anlamanın yolunu tuttuklarını” hatırlattı. Uludağ’ın şu tespitini de atlamamalı: “İbn Haldun ve Mukaddime üzerine Batı’da yapılan çalışmalar ve hazırlanan tercümeler bizdekinden de, İslam âlemindekinden de daha nitelikli ve daha fazladır.”

Türkiye’nin düşünce tarihinde İbn Haldun’a solda gösterilmiş olan ilginin hakkını verdiği için, Hasan Bülent Kahraman’ın da hakkını vermek gerek.[5] Üstelik, onun belirttiği gibi, “muhafazakâr çevrelerde hiçbir alâka yokken, İbn Haldun, Türkiye’de çok öteden beri üstünde solun düşündüğü bir isimdi.” Kahraman’ın, Ümit Hassan’ın 1977’de kitaplaşan doktora tezini anması da önemliydi.[6] İbn Haldun üzerine Türkiye’de yapılan ilk akademik çalışmalardan biri olan ve hâlâ özgünlüğünü koruyan o tez nerede yapılmıştı? Ankara SBF’de. 

Solun İbn Haldun tefsirinden bahsederken adı unutulan düşünür, -Ümit Hasan’ın da bu konuya ilgi duymasının ilham kaynağı olan-, Hikmet Kıvılcımlı’dır. Kıvılcımlı, sınıf mücadeleleri tarihini İbn Haldun’un hadarî-bedevî çelişkisi ve asabiye kavramı üzerinden okuyan cilt cilt kitap yazdı.

***

İbn Haldun için “Arap Makyavel”, “İslâm Makyavel’i” benzetmeleri yapılmıştır.[7] Makyavel’e “Batı İbn Haldun’u” denmesi belki daha akla yatkın.

Yerli ve millîci İbn Haldun kampanyasında hiç üzerinde durulmayan esas veçhe, bu. Aslında, Osmanlı’nın İbn Haldun ilgisi övülürken, zımnen ikrar edilen veçhe: İbn Haldun’u, iktidar teknikleri mühendisi olarak görmek. İktidarın soğuk aklı, devlet aklı olarak görmek. Ve bunu, o akılla can-ı gönülden özdeşleşerek, onu yücelterek yapmak… 

Ümit Hassan, gerek tezinde/kitabında,[8] gerek daha sonraki yazılarında,[9] İbn Haldun’un temel bulgusu olarak, devletin bir kahr ve tagallüp ‘olayı’ olduğunu tespit edişini vurgular. “Özel bir dikta, bir tiranlık hali” dışında da, istibdat, “devletin devlet olması için gerekli olan” “yönetim tekniği”dir. İbn Haldun, bu ‘soğuk’ tespitiyle, devletin demistifikasyonunu yapıyordur. (Kıvılcımlı’nın tutamağı da budur.) Ümit Hassan, olağanüstü lâtif diliyle, müesses İbn Haldun okumalarını, işte bu demistifikasyonu gözden kaçırmakla, hatta tersine devlet mistifikasyonuna kapılmakla eleştiregeldi. Zerrin Kurtoğlu da, muktedirin kibri yerine mağdurun gururuna seslenen bir İbn Haldun okuması önermişti.[10]

Bir “Batılı” İbn Haldun yorumcusu, onun ironisine dikkat çekmiş. Mağripli büyük düşünür, geleneksel savların, kabullerin, düsturların, ancak ‘âlim’ okurlarca sezilebilecek ironik bir taklidini yapıyor ona göre.[11] Bu ironide de, Hassan’ın vurguladığı demistifikasyonun tohumu saklıdır.

***

İbn Haldun’un Mukaddime’de, zulmün haram olduğunu hatırlattığı yerde söyledikleri,[12] iktidara/iktidarlara bakışa dair geniş bir pencere açar. Şu düstur, yeter bence: “Kendisine güç yetmeyenden başkasının zulme gücü yetmez.” İbn Haldun, “sadece eşkıyalık yaptığı müddet içinde bunu yapmaya kadir” olan eşkıyanın yol kesmesinin bile, zulümden sayılmayacağını aktarır, âlimlere dayanarak. “‘Zâlimin kudreti’ deyimi ile hiçbir kudretin karşı koyamadığı her tarafa uzanan bir eli, (yüksek makam sahiplerinin haksızlığını ve devletin zulmünü) kastediyoruz,” der. Devamı da sarih: “Zira zulüm, sadece kudret ve otorite sahibi olanlardan vâki olur. Bu yüzden zulme kadir olan şahsın, vicdanında mânevi bir müeyyide (vâzi) hasıl olur, diye zulmü kötülemede ve ona dair olan tehditlerin tekraında mübalağa edilmiştir. Ve ‘Rabb’ın kullara zulmetmez’ (Fussılet, 41/46).” Evet, bu da hikmet, bu da irfandır.


[1] Recep Şentürk’le söyleşi, “İbn Haldun krizdeki sosyal bilimlere alternatiftir,” Lacivert, Sayı 35 (Mayıs 2017), s. 5 vd.

[2] Ejder Okumuş, “Osmanlı’nın olmazsa olmaz kitabı: Mukaddime,” Lacivert, sayı 35 (Mayıs 2017) 

[3] Süleyman Uludağ’la söyleşi, Lacivert, sayı 35 (Mayıs 2017).

[4] Tam bu nedenle, II. Abdülhamit’in, İbn Haldun’un eserini yasaklattığına dair rivayet de vardır. Evhamlı sultan, düşünürün çöküş ve yozlaşma dinamiğine dair canlı anlatısında tehlike görmüş olmalı idi. Osmanlı’nın İbn Haldun’un düşüncesinin muhafazasındaki payını vurgulamakta ısrarcı olan Yasin Aktay, bu rivayetin, Adnan Adıvar’ın İslam Ansiklopedi’sindeki bir cümlesinden başka delili olmadığı kanısındadır. (“Osmanlı’dan önce İbn Haldun’u kim okumuş?”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2017.) Aktay, ‘herkesin’ İbn Halduncu kesildiği o Mayıs sonu aktüalitesinde, -muhtemelen bu aktüalite içinde müsaadeye mazhar olanlara nazarla-, bir de şunu söylüyordu: “İbn Haldun’u verimsiz ve faydasız kılmanın yolu ona insanüstü özellikler atfetmek ve onun söylediklerini tartışılabilecek ve eleştirilebilecek önemli tezler olmaktan öte, adeta bir vahiy imiş gibi sorgusuz sualsiz iman edilecek tespitler olarak görmek.” (“İbn Haldun’a dair”, Yeni Şafak, 29 Mayıs 2017)

[5] Hasan Bülent Kahraman,“İbn Haldun ‘kimindir’?”, Sabah, 24 Mayıs 2017.

[6] Lütfi Bergen, Sebilürreşad’ın Mayıs ve Haziran sayılarında, İbn Haldun’un bedavet-hadaret teorisinin Türk tarihine tatbik edilemeyeceği sonucuna vardığı “İbn Haldun tefekküründe ‘Göçebe-Türk’ buhranı” yazılarında; İbn Haldun’un yanısıra eski Türkler tarihinin de uzmanı olan Ümit Hassan’ı okumalarına katsaymış…

[7] Bu konuda bir mukayese: link

[8] Yeni basımı: İbn Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi, Doğu Batı Yayınları, 2010.

[9] “Mukaddime’ye dâir ve sâir”, Toplum ve Bilim, sayı 107, s. 7-42.

[10]  “İbn Haldun’la çağımızı okumak”, Toplum ve Bilim, sayı 107, s. 43-65.

[11] James Winston Morris, “An Arab Machiavelli? Rhetoric, Philosophy and Politics in Ibn Khaldun’s Critique of Sufism,”  Harvard Middle Eastern and Islamic Review 8 (2009), 242–291).

[12] İbn Haldun: Mukaddime, Hazırlayan Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2017 (14. Baskı), s. 551.