Oedipus Karmaşası (I): Genel Manzara
Erdoğan Özmen

Aşırılık ve akıldışılığın en uç ve sefil örneklerinin aynı dönemde zuhur etmesi tesadüf olmamalı. İnsanlığın zamanının yönünü kaybetmesi, bütün sınırların silinmesi, kuşaklar ve cinsiyetler-arası farkların inkârı, -post- modern hayatlarımızın tutarlılık ve istikrarını muhafaza ve garanti edecek referansların kaybı, kuralsızlığın ve yasasızlığın norm katına yükselişinin aynı döneme denk gelmesi bu. Öyle ise eğer, genelleşmiş ruhsal ıstırap ile saçmanın, en arkaik olanla en yeninin günümüzdeki tuhaf biraradalığını neyin alameti saymalıyız?

Bir yandan hepimizi kontrol edilmeye ve eğitilmeye muhtaç ebedi ergen konumuna yerleştiren, nasıl sevişeceğimizden sigarayı nasıl içeceğimize kadar gündelik hayatlarımızı kendi zavallıca talimat ve fetvalarının tepinme alanı olarak gören zevat sürekli el artırırken, diğer yandan hem bireysel hem toplumsal düzeyde otoriter babaya dönüş isteği yayılıp güçleniyor. Colette Soler’in “yüzyılımızı babaların rollerine eğitilmelerini istediğimiz bir yüzyıl olarak tanımlaması” boşuna değil.[1]   

Hemen her konuda (çocuklarımızı nasıl büyütmeli, nasıl sağlıklı beslenmeli, nasıl eğlenmeli, vb.) uzmanların/otoritelerin görüşlerine başvurmadan adım atamaz haldeyiz epeydir. Bir türlü büyüyemeyen ve –bu yüzden belki de- içleri yoğun kaygı ve saldırganlık hisleriyle dolu oğlanlar, kadının giderek daha çok tehdit unsuru olarak görülmesi, kadına yönelik şiddetin artması ve bu arka plan sebebiyle/yüzünden mecburen derinleşen bir baba nostaljisi. Tümgüçlü (omnipotent), heryerde hazır ve nazır, tehditkar, hepimizi hayatı anlamlandırma yükünden ve köken ve yazgı sorularından muaf kılmaya matuf, dolayısıyla bir özdeşleşme figüründen ziyade mutlak bir efendi arayışını temsil eden bir nostalji. Öte yandan, boşluk ve anlamsızlık duygularının, madde bağımlılığı ve depresyonun, borderline denilen durumların yaygınlaşması. Psikiyatri/psikoloji kliniklerinde travma anlatısının/kliniğinin genişleyen alanı.

Baskın öznellik biçiminin, kendi benliğimizle (self) aramızda açılan mesafe ve benliğimize ilişkin temel bir yanılgı/hezeyan sayesinde kurulan öznelliğin günümüzdeki biçiminin nevrotik (histerik ve obsesif) olmaktan çıkıp narsisistik/psikotik bir mahiyet edinmesi. Buna bağlı olarak suçluluk hissinin yerini utancın alması.

Küçük bir kısmımız sınırsız bir bolluk ve zevk dünyasında, bütün mekânsal ve zamansal kısıtlılıklardan ve maddi yoksunluklardan azade bir hayat yaşarken, çoğumuzun yerleşecek minicik bir mekan bile bulamadığı, nefes alamadığı bir dünya resmi.   

İşte tam bu boşluğa yerleşen, orada açılmış olan yarığı yamama girişimi olarak ortaya çıkan irili ufaklı cemaat ve tarikat yapıları, yükselen köktendincilik, otoriter liderler kuşağı. Ve bizim bu yapıları daha baştan hayatlarımızın kaybolmuş anlamını, amaç ve hedeflerimizi sağlama işleviyle donatmaya hazır ve gönüllü oluşumuz.   

***
Belki de yeni bir toplumsal ilişkiler çağından söz etmenin zamanıdır. Toplumsal varoluş biçimimizi, topluma dahil olma tarzımızı, toplumsal ilişkilerin dokusunu belirleyen; ilişkilerimize hükmeden nefretin, hıncın, hasetin, sevgi ya da hoşgürünün/nezaketin nicelik ve yaygınlığını tayin eden şey zevk, tatmin ya da tatminsizlik duygusu ve onunla kurduğumuz ilişkiyse eğer, tam da bu düzeyde esaslı bir dönüşümle karşı karşıya değil miyiz bugün? Günümüzün asıl meselesi, toplumsal ödev, yarar ya da esenlik adına bireyin kendi özel zevkini/tatminini erteleme, bireysel zevki/tatmini bir bütün olarak toplum adına üstlenilen feragatin/fedakarlığın ta kendisinde konumlandırma yerine bireysel zevk/tatmin/başarının öne çıktığı ve yegane referans haline geldiği yeni bir toplumsal örgütlenme biçimi belki de. Bunun belirti ve işaretlerini bütün yapı, söylem ve pratiklerde gözlemek mümkün artık. Sözgelimi, Beşiktaş futbol takımının en son Avrupa kupası başarısı ardından oluşan atmosfer, ilişkili yorum ve tepkilerde bile bu durumu mükemmelen özetleyen bir yön öne çıkıverdi: Sanki sözkonusu olan takım ve takımın başarısı değilmiş, ve Şenol Güneş’ten başlayarak, Atiba’lı, Tosic’li, Quaresma’lı, Tolgay’lı… bütün takım Fransa’ya Cenk Tosun’u parlatmak, onun fiyatını artırmak üzere gitmiş…

*** 

Oidipus karmaşası çocuğun yüzleşmek ve kat etmek zorunda olduğu gelişimsel bir meydan okumadır. “Psiko-seksüel bir varlık olarak topluma nasıl dahil olacağım?” sorusunda varlık bulan bir meydan okuma.   

Bu anlamda temel bir çocukluk krizidir Oidipus karmaşası. İnsanlık durumunun kurucu krizi. İnsanın ruhsal dünyasını yapılandırmaya matuf en derin etkilerin bir kriz anından türemesidir şu halde sözkonusu olan. Freud Oidipus karmaşasından, uğradığı değişiklikler ve yazgılarından hareketle insanın temel ruhsal yapılarına ilişkin evrensel geçerliliğe sahip olduğunu düşündüğü tezlerini/ iddialarını geliştirir. Nitekim daha sonra Oidipus karmaşasının psikanalizi diğer tüm psikolojilerden ayıran temel parola olduğu kaydını düşecektir. 

“Burada tarihsel diyalektiğin paradigmatik bir örneğiyle karşı karşıyayızdır: Freud tam da (psikanalizin tarihselci eleştirmenlerinin yorulmaksızın tekrarladıkları gibi) ‘kendi Viktorya Zamanı’nın çocuğu’ olduğu için, bu çağa ait ve ‘normal’ işleyişinde görünmez olan o evrensel niteliğini ifadelendirebilmiştir. Evrenselliğe açılan bir içgörüyü mümkün kılacak yegane tarihsel an olarak kriz konusundaki diğer büyük örnek tabii ki Marx’tır –aşırı (dengesiz) bir üretim sistemi olarak kapitalizm analizlerini temel alarak insanlığın tarihsel gelişiminin izlediği evrensel mantığı artiküle etmiştir.”[2] 

Acaba öyle midir? Hâlâ Oidipus karmaşasının geçerli olduğu zamanlarda mı yaşıyoruz? Ve, eğer öyleyse, hangi Oidipus bu? 


[1] P. Verhaeghe, “Baba İşlevinin Çökmesi ve Bunun Toplumsal Cinsiyet Rolleri Üzerindeki Etkisi”, Çev. Ö. Öğütcen, Suret Dergisi, 2013, sayı 2, s. 201-224.

[2] Zizek S. Gıdıklanan Özne, s. 372, çev. Ş. Can, Epos Yayınları, 2003.