Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde Bir Sergi
Barış Özkul

Sultanahmet’teki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde 10 Ekim’den beri bir halı sergisi gösterimde. Anadolu halıları ve Osmanlı saray halıları olarak iki ana tema çerçevesinde sunulan halılar 32 eserden oluşuyor. 

Osmanlı’nın klasik ve geç dönemlerinde Kumkapı ve Gedikpaşa, İstanbul’un “halıcı” yetiştiren semtleriydi. Sergiye Agop Kapucuyan, Zareh Penyamin, Garabed Apelyan ve Tosunyan gibi Kumkapılı halıcıların eserleri alınmış. Bunlardan özellikle Apelyan ve Kapucuyan’ın halıları görülmeye değer.

Apelyan (bir Osmanlı-Ermeni geleneği olarak) Kayseri doğumlu. Önce İzmir’e sonra İstanbul’a taşınmış, atölyesini Gedikpaşa’da açmış. Halılarında çok renkli paletler kullanıp çiçek ve kuş desenlerine yer veriyor. Halı bordürlerinde kullandığı stilize kuş figürleri, sarı zemin üstünde yaptığı renk çeşitlemeleri geç Osmanlı zanaatının halıcılıkta ulaştığı düzeyi yansıtıyor: Ne iç karartıcı bir sadelik ne bağırtkan bir süslülük.

Kapucuyan ise renklerden çok motiflerle öne çıkan halıların “mimar”ı. Halılarından birinin kırmızı zeminli merkezini bir mihrap ile çevrelemiş, mihrabın hemen yanında üç insan taşıyan bir fil figürü, dış kısmında yer alan mavi zemin üstünde ise asma dalları, çeşitli çiçekler ve hatayi motifi. Bordürde yine hançer yaprakları ve hatayiler. 

Biri renklerde öbürü motiflerde uzmanlaşmış iki Osmanlı zanaatkârı. İkisi de ne Müslüman ne de Türk olduğu halde eserleri Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde sergileniyor. Osmanlı’nın kendisi bugün onu taklit etmeye çalışan sakil yeni-Osmanlıcı tutumu bu konularda yaya bırakacak kadar medeniydi. Klasik çağda etnik kimliğe-milliyete zaten bakılmazdı ama bunların önemli hale geldiği 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyılda da Osmanlı bir medeniyet ölçüsüne sadık kalabildi.

Osmanlı’ya “yerlilik ve millilik” gömleği giydirmeye çalışan günümüzün Yeni-Osmanlıcı tutumu ise padişah sandıkları şehzade Abdülmecid’in köşkünde düzenlenen sergiyi “çıplaklık” yüzünden basabiliyor. Böylece Abdülmecid’in kendisinin bir nü tablo yapmış olduğu gerçeği de önemsizleşiyor. Yeni medeniyet ölçüsünün gerçeklikle ilişkisi bu. 

Yeni Osmanlıcılık hamasi bir milliyetçiliğin muhayyel tarih anlatısında değil gerçek tarihte ve mekânda bir temel arayacaksa işi gerçekten zor.

Halı sergisinin düzenlendiği Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin gerek içeriği gerek mekânı “yerlilik ve millilik” hamasetinin sahici bir medeniyette yeri olmadığının canlı kanıtı. 

Halı sergisinin yer aldığı kattan bir kat yukarıdaki balkona çıkın. Bir cam bölme içinde İstanbul’un geç Antik Çağ’dan kalma hipodromunun kalıntılarını göreceksiniz. Hipodrom çevresinde ilk kazıyı 1855’te İngilizler yapmıştı (dönemin İngiliz konsolos vekili arkeolog Charles Newton Yılanlı Sütun’un etrafını kazmıştır), o tarihten beri kazılar devam ediyor. 2012-2014 arasında İbrahim Paşa Sarayı’nda (yani İslâm Eserleri Müzesi’nde) yapılan restorasyon çalışmaları sırasında Hipodrom’un Batı oturma sıralarına ait tonozlu kalıntılar bulundu. Bahsettiğim cam bölmede sergilenenler bunlar.

Şimdi “Konstantinopolis” kentinin önemli bir meydanı olan “Augusteion Meydanı”nda yer alan Hipodrom’un bir kısmının Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde yer alması ne anlama geliyor? Hipodrom’un Türklükle veya İslâmlıkla bir ilgisi olabilir mi? Hayır demek kolay yanıtı seçmektir. Evet demek, “yerlici ve millici” tutumun bir türlü kabullenemediği evrensel medeniyeti ve onun sürekliliğini vurgulamaktır.   

Damat İbrahim Paşa sarayının Roma döneminde inşa edilmiş Hipodrom’un kaideleri üzerinde yükselmesi bu sürekliliğin mekânsal bir tezahürü. Sadece o da değil. Sarayın önünde Bizans imparatoru I. Theodosius’un Mısır’dan getirtip diktirdiği Obelisk, Yunan şehir devletlerinin Perslere karşı kazandıkları zaferi simgeleyen Yılanlı Sütun ve İstanbul’un Haçlı seferleri sırasında uğradığı Latin istilasına kadar bronz levhalarla kaplı olan Örme Sütun yer alıyor. Bu böyle devam ediyor.  

Evrensel bir medeniyet mefhumuna sahipseniz bunların Türklükle ve İslâmlıkla, medeniyetin milliyetleri eriten kuşatıcı duyarlığıyla pekâlâ ilgisi var, “yerlicilik ve millicilik” çölünde ise medeniyete ait değerleri dışlayan kaskatı önyargılardan başka bir şey yok.