Niye Yazmalı ki İnsan?
Erdoğan Özmen

Ya da herhangi başka bir şeyi, niye yapmalı? İmza kampanyalarını, tartışmaları, toplantıları, protestoları, siyasi eylemleri… niçin? Bazen hayatın en ağır sorusu oluverir bu. Dünya dar gelir. En ferah mekanlarda, geniş sokaklarda, meydanlarda, uzayıp giden açıklıklarda bile zonklayıp duran sıkışma duygusu. Sığamamak. Çünkü bir bakıma, bir yere yerleşmenin, bir mekanda içerilmenin, birden büyülü bir genişlik edinen sımsıcak bir kucakta kapsanmanın harikulade yatıştırıcı etkisi değil midir arayıp durduğumuz şey şu hayatta. Eksikliğinde kalbin ortasında açılan boşluk, hiç geçmeyen öksüzlük duygusu. 

Dünyanın bunca korkunç acısı karşısında? Kalbin tek bir tanesine bile parça parça olmadan, çatlamadan katlanamayacağı onca acı. Öyle zamanlarda duymayı, daha çok duymayı istemeden duramaz olmak. Ama bunun, bir noktadan sonra insanın içini oyarak yok eden bir eziyete dönüşmesi. Ufacık çocuklar hiç bilmedikleri denizlerde, hiçbir şeyi bilemeden boğularak ölüyor işte. Başlarına gelen şeyi kavramaya yetecek kadar bile büyüyememişken henüz. Sonra, çocuklar canlarına kıydığında, onlardan geriye kalan hala bizim dünyamız mıdır ki? Ölü çocuklar uçup gittikten sonra.   

Bazen bu olur işte. Tam önümüzde duran bir olayı hiçbir çabayla kavrayamayız artık. Enikonu bir uçuruma bakıyoruzdur o sırada. Her kelime eksik, her ifade yetersiz, her hamle saçmadır. Dilin sanki, bütün dillerin iyice sıkıp posasını çıkarmakta vardır bir umut, varsa da. Dilin en derindeki, nihayetindeki maddesine ulaşırsak bir şansımız olabilirmiş gibi. Uygun biçimde sözcüklere dökebilirsek amacımıza ulaşabilir, rahata erer, iniltimiz dinermiş gibi. Ama hepsi nafiledir. Sonra, iki satıra sığdırılan haberin gerisindeki şeyi –neyi?– yakalamak için bir sürü internet sitesini tararken bulur insan kendini.

İnsan, gene de nasıl ayakta kalır ve devam eder? Bir bütün olarak ve haysiyetini muhafaza ederek yani. Borçlu ve sorumlu hisseder mi? Borçlarının kaydını nerede tutar? Neyle teselli bulur? En iyisi tekrar ileriye bakmak mıdır?

Acının ve utancın başka türlü tarif edildiği bir çağ bu. Acının ve utancın usullerinin değiştirildiği bir çağ. Bizi utanca boğan zulüm sahipleri çok kudretliler çünkü. Sadece gücün ve iktidarın sözü geçerli artık. Altında insanlığın silindiği, kaybolduğu söz.   

“...Kaçak yollardan yurtdışına çıkmak isteyen 5 kişilik Maden ailesi, Ege Denizi’nde botlarının batması sonucu yaşamını yitirdi. 15 Temmuz sonrası çıkartılan KHK ile mesleğinden ihraç edilen fizik öğretmeni Hüseyin Maden, eşi anaokulu öğretmeni Nur Maden ve çocukları Nadire (13), Bahar (10) ve Feridun (7)...”

“Viyana’daki bir mülteci kampında 6 kardeşiyle birlikte kalan 11 yaşındaki Afgan çocuk henüz bilinmeyen bir sebepten dolayı intihar etti. İsmi açıklanmayan çocuk, altı kardeşinin bakımını üstlenmişti. İntihar girişiminin ardından hastaneye kaldırıldıktan bir gün sonra hayatını kaybetti.”

Bir de, böyle zamanlarda, “burada, şimdi bir hiç seviyesinde, koyu bir karanlığın içindeyim artık ve bildiğim hiçbir şeyin yararı yok kendime”; bu çocuklar için, ötelerde bir yerde başka bir hayatın varlığını dilemekten başka. Zavallıca…