Oxfam: Neoliberal İnsani Yardım
Ela Bilgen

1945’te Birleşmiş Milletler eliyle oluşturulan dünya sistemi, barışın tanımı ve koşullarından küresel ekonominin prensiplerine kadar, sıradan insanların günlük yaşamlarına etki eden her şeyi düzenlediği gibi birbirimizle nasıl yardımlaşacağımızı da belirlemişti. Bugün dünya nüfusunun üçte birinin herhangi bir hükümet-dışı örgütün/sivil toplum kuruluşunun bağışçısı ya da gönüllüsü olduğu tahmin ediliyor. Pek çok farklı toplumsal sorunu dini, ahlaki ya da hak temelli ilkelerle, hayırseverlik temelinde ya da hukuki araçlarla ele alan ve bu sorunlara çözüm arayan örgütlerin sayısının on milyonu bulduğu sanılıyor.

Hükümet-dışı örgütlerin (NGO) sayısı özellikle II. Dünya Savaşı sırasında dikkat çekici biçimde artış göstermişti, zira savaşın siviller üzerinde o ana dek hiç olmadığı ölçüde etkisi olmuştu. Hükümet-dışı örgüt terimi de ilk kez 1945’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda kullanıldı ve NGO’lar, BM’nin temel organlarından biri olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in danışmanları olarak uluslararası sisteme dâhil edildi. Hemen bir yıl içinde Ekonomik ve Sosyal Konsey bünyesinde Hükümet-Dışı Örgütler Komitesi oluşturuldu. 1946’dan bu yana Konsey, NGO’ların kendi faaliyet alanlarında verdiği tavsiye ve danışmanlıklara bu komite aracılığıyla ulaşmakta.

Bugün Konsey nezdinde danışmanlık statüsüne sahip beş bine yakın NGO var. Geçtiğimiz günlerde, insani yardım ulaştırmak amacıyla bulunduğu Haiti ve Çad’da çalışanlarının, yardım alanlara yönelik cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıkan İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam da bunlardan biri.

Oxfam’la ilgili haberlerde, çalışanların gerçekleştirdiği “seks partileri” gündemin merkezine konulmuş olsa da dikkat çekici olan, örgüt yönetiminin 2011’den bu yana durumu bilmesine rağmen çalışanlara gereken yaptırımı uygulamamış ve ihlallerin tekrarlanmasını önlemek için gereken tedbirleri almamış olması, yani örgütün itibarının korunması adına istismar vakalarının örtbas edilmesi. Oxfam yöneticileri bunu örtbas etmek olarak değil, “doğru zamanda tavır almamak” olarak niteliyor. Bununla birlikte istismar vakalarının yönetim tarafından öğrenilmesi en azıdan 2011’de hazırlanan kurum içi bir raporla gerçekleştirildi ve o dönemde failleri ilgili birimlere bildirmek yerine sessizce işten çıkarmak yoluna gidildi. Üstelik işine son verilenlerden birinin bir süre sonra başka bir pozisyonda yeniden işe alındığı biliniyor. Raporun kurum dışına çıkmasından duyulan endişe sonuncunda diğer bazılarıysa başka NGO’larda çalışmaya devam edebildi.

Oxfam’ın yarattığı yankı Suriye’deki yardım dağıtımları sırasında yaşanan ve uzun zamandır bilinen istismar vakalarını da yeniden gündeme taşıdı. Yardım görevlilerinin, görevlerini kötüye kullandığına dair bizzat Birleşmiş Milletler tarafından aylar öncesinden hazırlanmış raporlar, yeni tanıklıklarla tekrar haberleştirildi. BM ve ilgili NGO’ların haberlere tepkisi ise hep yapıldığı gibi yardımların büyüklüğü karşısında ihlalleri önemsizleştirmek ya da suçluluk hâlini yerel yardım görevlilerine özgüleyerek yeni bir ihlale neden olmaktan öteye gidemedi.

Ancak bu ifşalar, Oxfam gönüllüsü pek çok ünlü isim ve kuruluşun, örgütten desteğini çekmesine neden olurken, cüzi bağışlarıyla örgüt gelirlerinin görünmeyen ama ciddi bir boyutunu oluşturan binlerce sıradan insanın da hayal kırıklığı içinde Oxfam gönüllülüğünden vazgeçmesiyle sonuçlandı. Oxfam vakası, yedi yıldır Suriye’de yaşananları bir kez daha hatırlatmasının yanı sıra pek çok başka uluslararası örgütün de kendi çalışanlarıyla ilgili itiraflarını tetiklemiş oldu. Bu durum aynı zamanda toplumsal dayanışmanın, sivil toplum gönüllüğü formunun ciddi biçimde sorgulanmasına yol açtı. Oysa Birleşmiş Milletler her gün açlık, doğal felaket ya da savaş mağduru sivillerden, dünyanın geri kalanına haber getirmeye devam ediyor. BM’nin web sitesinde yer alan görsellere göre dünya nüfusu hâlâ, internete erişebilen, dünya ahvaliyle alakadar, çözüm üreten ve pek çoğu beyaz/renksiz insanlarla, internetten ve dünyadan uzak, kendi sınırlılıkları içinde donup kalmış, kurtarılmayı bekleyen çok renkli insanlar olarak iki gruba ayrılıyor. İkinci gruptakilere götürülen “insani yardımlar” gururla dile getirilirken daha fazlasına ihtiyaç duyulduğu konusunda da birinci gruba ısrarlı uyarılar yapılıyor.

Birleşmiş Milletler’in üye devletlerin ötesinde bireylere yaptığı yardım çağrıları, insanlık tarihi açısından oldukça yeni olan bir yardımlaşma pratiğine işaret ediyor: Toplumsal sorunlara toplumsal çözüm yerine, tek tek bireyler tarafından ve bir kurumsal yapı aracılığında çözüm aranması. Bir sivil toplum kuruluşuna düzenli bağış yapmak, otomatik ödeme talimatlarıyla yardımlaşmak yeni edindiğimiz bir alışkanlık. “Muhtaç” durumdakilerin acıklı fotoğraflar üzerinden “tespit edilmesi” ise, “yardım kuyruğundakilerin” fotoğraf çekiminin kendisinin bir taciz hâline geldiğini doğrulayan ifadelerinden de anlaşıldığı gibi hiç alışkanlık hâline gelmemesi gereken bir tutum. Kurumsal yapılarsa tam da bu fotoğraflar ve düzenli bağışlar sayesinde yardımın tek hamlede, fazla ilgi ve zaman almadan gerçekleştirilmesini sağlıyor. “Merhamet sahiplerini”, mağdurun durumunu takip etme, onu dinleme, onunla alakadar olma, yaşamaya birlikte devam etme zahmetinden kurtarıyor. Merhametli olmak bir erdem sayılır ama muhatabını “acınacak” statüsüne koymadığı sürece. Büyük Erdemler Risalesi’nde André Comte-Sponville, acı çekene üzülmekten çok, onun üstüne titreyen, onun için kaygılanan, onu sabırla dinleyen bir merhamet türü olamaz mı, diye soruyordu.

Merhamet gösterilenler 1960’ların sonuna kadar sömürgeci devletlerin “cömert vesayeti” altında köleliği ve sefaleti yaşadılar. Ardından gelen IMF paketleri onları açlık ve yoksulluktan kurtarmaya yetmedi. Ekonomilerinin uluslararası ticarete açılarak büyümesi ve toplumlarının kalkınması yönündeki yüce görevlerle ülkelerinde bulunan küresel şirketler de ezilmişliklerini gideremedi. Birleşmiş Milletler, NGO’ları, kamu sektörüyle özel sektörün ardından oluşan “üçüncü sektör” olarak nitelendiriyor. Bugün NGO’lar ilk iki sektörün bozduklarını tamir amacıyla “eski” sömürgelerde bulunmakta. Ancak devletler ve küresel şirketlerle aynı kaynaklardan beslenen uluslararası hükümet-dışı örgütlerin acımaya dayalı merhameti yüzyılların tahribatını gidermeye yetmediği gibi yeni mağduriyetlere de sebep oluyor. Tam da bu durum gerçek bir dayanışma için BM’nin insani yardım düzeninin dışında, Comte-Sponville’in önerdiği türden, ilgiye, sabra ve birlikte yaşamaya dayalı bir merhamete duyulan ihtiyacı kanıtlıyor.