Yerli ve Milli Kültür Arayışı Çerçevesinde Kemal Tahir
Barış Özkul

AKP’nin on beş yıldır iktidar olamadığı ender alanlardan biri “kültür-sanat” alanı. Günümüz Türkiye’sinin tek yetkili ağızı da bu başarısızlığı çeşitli vesilelerle kabul etti: “Çevreden gelip merkezi ele geçirdik yol yaptık, metro diktik ama kültür alanında nedense bir türlü iktidar olamıyoruz” vs. Bu başarısızlığın nedenleri, giderek yaygınlaşan liyakatsızlaşma ve niteliksizleşmenin kaçınılmaz sonuçları hakkında Ömer Laçiner epeydir yazıyor. 

Liyakatsızlaşma ve niteliksizleşmenin yanısıra kültür alanında güncel boşluğu tarihî figürlerle doldurmaya yönelik bir arayış var: Necip Fazıl bu kulvarda başı çekiyor. Birçok Türk “sol”cusu tarafından sahiplenilen Kemal Tahir de muhafazakâr entelektüeller arasında son zamanlarda popüler oldu. Kemal Tahir’in “yerli ve milli” kültür arayışı çerçevesinde gündeme getirilmesi anlaşılır olduğu kadar ilginç ve çelişik bir durum. 

Kemal Tahir, Türk insanı ve Türk toplumunun Batı’dan farklılığına inanıyor, Osmanlı düzenini Batı feodalitesinden ayrı kılan “özgüllükler”in olduğunu düşünüyordu. Ona göre Türk romancısı bu farklılıkları ortaya koyacak araştırmalar yapmakla yükümlüydü: “Türkiye Batı’ya hiç benzemeyen bir topluluktu[r]. Anadolu Türk insanının tarihi, Batı insanı tarihinin geçirdiği aşamalara uğramamıştı[r]. Bu sebepten, insanımızın olaylar karşısındaki davranışları, iç dünyalarını meydana vuruşları Batı insanınkine benzemez.” 

Bir tarihçi olarak Kemal Tahir, Batı toplumu sınıflıyken Doğu toplumunun sınıfsız olduğunu, Osmanlı köylüsünün özgürlüklerini feodal beyden satın almak zorunda olmadığı için savaşma gereği de duymadığını, okuduğu tarih kitaplarından hareketle, ileri sürebiliyordu. Romancı Kemal Tahir ise Anadolu köylüsünün yaşayışını kendi gözüyle görmüş değildi.

Kemal Tahir, bu eksiğini Anadolu’nun köyleri ve kasabalarında değil ama hapishanelerinde bulunarak giderdi. Sağırdere, Kelleci Mehmet, Köyün Kamburu gibi romanlarını Çankırı-Çorum-Kırşehir cezaevlerinde birlikte yattığı mahkûmlardan dinlediği hikâyeler üzerine kurdu ve romanlarına özellikle Çorum yöresinin konuşma dilini dâhil etti. Her ne kadar hapse girmeden evvel de külhanbeyi tavırlı birisi olarak tanınsa da Kemal Tahir’in romanlarına eril, cinsiyetçi ve küfürbaz bir dilin sirayet etmesinde uzun süre hapis yatmış olmasının önemli bir payı vardır. 

Kemal Tahir’in romanlarındaki karakterler ve olaylar onun Türkiye ve Osmanlı toplumuna ilişkin görüşleriyle uyumludur. Romanlarında Kemal Tahir'in görüşlerini doğrulamak için özellikle “seçilmiş” yığınla ayrıntı vardır. Örneğin Kemal Tahir, Osmanlı’da ağalığın babadan oğula geçme kuralına tâbi olmadığını, “başka bir ailenin becerikli kişisine” de pekâlâ geçebildiğini düşünür. Köyün Kamburu’nda buna uygun olarak Kavat Abuzer ve ailesi Kerbela’dan Çorum’a çıkagelirler. Başta beş parasız olan Kavat Abuzer, kısa süre sonra Ağa’yı alaşağı edip yaylayı ele geçirecek kadar güçlenirken, Abuzer’in oğlu Sülük bir kuşak sonra kasabanın en nüfuzlu kişisi olur. Yahut Parparların yetim ve çulsuz Çalık’ı önce hafız sonra köyün ağası olur. Kemal Tahir böylece Osmanlı’nın bir toplumsal formasyon olarak benzersizliğini, “biricikliği”ni vurgulayan tarih tezini karakterler üstünde doğrular.

Kemal Tahir, “devlet” sevdasıyla ünlüydü, Osmanlı’nın “kerim devlet” olduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla “yerli ve milli kültür” arayışı çerçevesinde ona yönelmenin anlaşılır tarafları var.

Ama onun romanlarında aynı zamanda “yerli ve milli” hassasiyetleri derinden yaralayabilecek olaylar ve karakterler de yer alır. 

Kemal Tahir’in karakterleri hiçbir zaman “masum” değildir; yalan dolan, hırsızlık cinayet, rüşvet irtikâp, tecavüz ırza geçme… Bütün bunlar onun romanlarında “yerli ve milli ahlakın”, “Anadolu köylüsü mitosunun” ayrılmaz parçasıdır. Üstelik bu “yerli ve milli ahlak”, geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bir suç ortaklığıyla devrolmuştur.

Köyün Kamburu üçlemesinde yeni rejim, eski köye yeni adetler getirip Anadolu köylüsünün dirliği ve düzenini bozsa da eskiyle yeni arasındaki süreklilik göze çarpar. Üçlemenin son kitabı Büyük Mal’da, Anadolu köylüsünün İttihatçılar’ın gayretiyle sürüklendiği Ermeni Kırımı’nın üstünden yirmi yıl geçmiştir ama kırımın hatırası hâlâ canlıdır. “Sürüklenmek” fiili kandırılma anlamı içeriyor; oysa Kemal Tahir’in romanlarında Anadolu köylüsü maddi ve cinsel menfaatleri sözkonusu olunca gayet bilinçlidir. Çakırların Kenan, çocukluğunda onu kendi evlatlarından ayırmayan, Babası Ömer Kahya’nın en yakın arkadaşı Kirkor Emmi’yi Ermeni tehciri sırasında “boğazlamıştır”:

“Kirkor çorbacı buranın birinciye gelen zenginiydi. Çakır Kâhyaların Ömer Ağa’nın ruh gibi ahbabıydı ki, kardaştan ileri… Bu Kenan rezili, “Kirkor emmi” der harçlığı ondan alırdı. Sonunda dede mirasını kumara basıp hasır üstünde kaldığı sıra yetişti bu Ermeni kırımı… Şimdiki variyeti Kirkor emmisinin malıdır. Bizi aldı gitti ki, Kirkor’u keselim de malı mülkü gömülü altunları buna kalsın… Kirkor çorbacıyı aslında tütün kaçakçısı Gavur Ali kesti. Şu kadar altun bahşiş aldı. Hacı Kenan dümbüğünden…”

Bu olayları anlatan Sülük de kıyıma iştirak etmiştir: Patolojik bir mizah duygusuyla kendini "Ermeni kırımı gazisi" olarak tanıtır ve tehcir sırasında Ermeni kızlarına tecavüz ettiği için böbürlenir. Bu hastalıklı övünç Kemal Tahir’in erkek karakterlerini ortaklaştıran patolojik bir cinsellikle bütünleşir:  

“O zaman bizim yakışıklılığımız yaman ki, ciritte güreşte, oynak karıların uçkurları yedi yerden kırılmakta, ağzının tadını bilir karılar seyrimize bakarken boyunca günahlara girmekte… Bizim namussuz tütün kaçakçısı Gâvur Ali de milise katılmış. Baktı ki Ermeni kızlarının güzelleri bacaklarıma sarılmakta “Aman!” diyerekten… “Oğlum Sülük Bey, dünya lezzetini tattırmadan bunları cehenneme salmak günah” dedi… Yahu körpelikte adamın aklı başında mı? Evet, ırza geçen çok oldu arkadaş, kopuk esrarkeş takımından…”

Ermeni kızlarının tecavüze uğraması, köylünün nezdinde, Türk milletini arkadan hançerleyen bir halkın cezalandırılması olduğu gibi aynı zamanda bir “erkekliğe giriş antrenmanıdır”: “Ermeni kırımında utanma belâsı birkaç Ermeni kızında hamlesini denemeseydi, gerdek gecesi gelinin hakkından geleceği şüpheliydi”. 

Bunlar “necip Türk milletine” yakışacak türden “yerlilikler ve millilikler” değil! 

Kemal Tahir’in romanlarında “cefakâr Anadolu köylüsünün” iştirak ettiği, yerli ve milli ahlaka mugayir işler bununla sınırlı değildir. 

Köyün Kamburu’nda Çoban Abuzer’in lakabı kavattır ve Abuzer güzelliğiyle ünlü karısı Emey’i genç ağaya peşkeş çeker; Marazlı Selim’in karısı Petek onu Pehlivan Hasan’la aldatır; köyün imamı Uzun İmam, Kuran kursuna gelen on-on iki yaşındaki kız çocuklarına sarkıntılık eder. Kadınlar arasında “ablacılık” yaygındır, sekiz-on yaşındaki kız çocukları cinsel objeler olarak görülür. Bu manzarayı en iyi yorumlayanlardan biri Cevdet Kudret’tir: “Hepsi bir araya toplanınca Kemal Tahir sanki bir Türk köyü değil de bir genelev anlatıyor”.

Kemal Tahir toplamda alabildiğine riyakâr ve muhafazakâr bir toplum portresi sunar. Bireyler kuşaktan kuşağa değişse de topluma hâkim ilişki biçimi hemen hemen aynı kalır. Muhafazakâr dengenin kuşaktan kuşağa pekiştirilmesinin temelinde “gizlenmesi gereken suçortaklıkları” vardır. 

Bunlar “yerli ve milli” iktidarın kolay kabul edebileceği gerçekler değil.