Deizm Konusu
Murat Belge

Diyanet İşleri’nin Başkanı son günlerde konuşulan “Deizm” konusunu sonuçlandırmak istemiş ve Deizm’in bir “sapıklık” olduğunu ilân etmiş. Bununla kalmamış, kendisi bunu böylece ilân ettiğine göre artık bu sorunun ülkede bir sorun olmaktan çıktığım da eklemiş.

Nereden çıkmıştı bu Deizm konusu? Ülkede bu düşünce tarzına yaklaşanların çoğaldığı söylenmişti. Sebep, benim de birkaç kere değindiğim, “asansörde halvet” türünden fetva veren kişilerin çoğalmasıydı; yani böyle olduğu söylenmişti.

Deizm evrenin bir yaratıcısı olduğunu varsayar. Ancak Yaradan, yaratmış ve olduğu gibi bırakmıştır; işleyişine karışmaz, biz insanların ne yaptığımızla da ilgisi yoktur. Yani, yukarıdaki örnekle, asansörde kaç saniye geçtiği gibi konularla ilgilenmez.

Böyle bir “yaratıcı” İslâmiyet”in, Kuran-ı Kerim’in bize anlattığı Allah’a hiçbir şekilde uymaz, benzemez. İslâm’ın Allah’ı, Ortadoğu kökenli tektanrıcı dinlerin hepsinde olduğu gibi, yaratılan evrenle ve insanlarla her an ilgilidir. Her şeyi bilir. Allah’ı böyle tanıyan bir Diyanet İşleri mensubunun –ya da herhangi bir Müslüman’ın– Deizm düşüncesine yakınlık duymayacağı bellidir.

Ama Deizm’i reddetmek başka, Deizm’in bir “sapıklık” olduğunu söylemek başka. İşin içine “Sapıklık” gibi kelimeler kattığınızda, değer yargısı vermeye başlıyorsunuz. “Deizm’e inanan da ‘sapık’tır” demiş, en azından bunu ima etmiş oluyorsunuz. O zaman bu bir “entelektüel” diyalog, tartışma, alışveriş v.b. olmaktan çıkıyor, başka bir şeye dönüşüyor.

Böyle yapmak, bir türlü düşünen insanlara hakaret etmek, kaçınılmaz zorunlu mu? “‘Deizm’ gibi bir inanç İslâm’ın inançlarına uymaz” deyip nelerin niçin uymadığını açıklamanız yeterli değil mi?

Bu, “benim inancım dışında bir şeye inanmak sapıklıktır” demenin başka türlüsü demek olmaz mı? Peki, bunu demek, ne demektir?

Örneğin, Hıristiyan inancı da İslâm’a uymaz; ne İslâm’a ne de Deizm’e. O da bir sapıklık mıdır?

Ya da isterseniz Deist olduğu bilinen Deistler’e bakalım. Sanırım bunların en başında değilse de ön sıralarında Voltaire gelir. Deizm bir “sapıklık” olduğuna göre Voltaire de bir “sapık” olmalı. Ne dersiniz, şaşırtıcı bir durum değil mi? Dünyanın en ünlü düşünürlerinden biri, kendi yaşadığı yüzyılın belki bir numaralı aydını olan Voltaire’in bir “sapık” olduğunu düşünmüş müydünüz?

Herhalde düşünmemiştiniz. Ama şimdi böyle olduğu söylendi ve aynı zamanda “Ben bunu söyledikten sonra herhalde hiçbir Müslüman genç artık “deist’ olmayı aklından geçirmez” gibi ne yapmamız gerektiğini bildiren bir söz de buna eklendi.

Tabii böyle bir düşünüş biçiminin oluşumunda herkesten fazla payı olan kişi, Isaac Newton. Peki onun bir “sapık” olduğunu hiç düşünmüş müydünüz?

O Newton ki “uzay fiziği” ortaya çıkana kadar bütün dünya fizik hakkında bilmesi gereken her şeyi Newton’un kurduğu formüllerle öğrendi. Deizm’in sapıklık olduğunu bildiren Diyanet İşleri Başkanı herhalde okullu olduğu zamanlarda fizik dersi de görmüş olmalıdır. Yerçekimi ya da kütleçekimi, hız, ivme v.b. ile ilgili formülleri öğrenmiş, bunlarla “problemler” çözmüş de olabilir. Newton’ın insanlığın fizik üstüne bilgilerine katkılarını saymakla bitiremeyiz. Ama Newton bir Deist’ti, Deizm de bir “sapıklık”tır.

Jean-Jacques Rosseau durmadan düşünen ve durmadan fikir değiştiren bir adamdı. Bu arayışlarında zaman zaman Deizm’de durmuştur. Demek ki o sıralarda “Sapık” oluyordu, sonra gene Katolik ya da Protestan, bildik bir dine dönünce normalleşiyordu – ama, dur bakalım, bir Hıristiyan inancına dönünce “normal”leşir mi, yoksa sapıklığın bir biçiminden bir başka biçimine mi geçer? Bunu, fetvayı veren Diyanet işleri Başkanı’na sorup iyice öğrenmeliyiz.

Örneğin Benjamin Franklin’in böyle “normale dönüş” zamanları da olmuyordu. Sürekli Deist, yani, sürekli sapıktı. Onu da, bütün dünya ve biz, çok akıllı bir adam diye bellemiştik; meğer sapıkmış, gördünüz mü? Paratoner falan, hiç önemi yok. Deist değil mi, yeter.

Diyanet İşleri Başkanı, Deist olanın Peygamber’e inanmayacağını söylüyor. “Sapık” olmanın bir ölçütü de bu. Saydığım şu adamlar, Deist olmasalar da, Hazreti Muhammed’in Peygamber olduğu inancıyla yaşamayacaklardı – demek çok fark etmiyor.

Tom Paine deistti ama onun “hayırsız” bir adam olduğu zaten her halinden belliydi. Öbür “Tom”, Amerika’nın Thomes Jefferson’u, bizi ilgilendirmez. Onun da akıllı adam olduğunu söyleyenler var ama bize ne? Bir kere Deist, yani “sapık”!

Dünya düşünce tarihinde böyle adam çok. Çok da, bize ne?

Biz şimdi, Türkiye’de, bunları takmama çağını yaşamaktayız, Locke şunu demiş, Newton bunu demiş, biz Diyanet İşleri’ne bakarız, onu dinleriz.

***

Sorun aslında Deizm değil. Deizm, ardında dünya entelektüel tarihinin önemli bir kısmı yatan, biçimlendirildiği zamana göre ileri derecede sofistike bir düşünce tarzıdır. Bizim burada, birilerinin verdiği fetvalardan rahatsız olup itiraz edenlerin buralara geldiğini söyleyemeyiz. Voltaire falan değil, itiraz eden.

Ama konu eski bir konu. Hattâ, büyük ölçüde “yerli ve millî” bir sorun olduğun bile iddia edebiliriz. Sufilerle Zahidler arasındaki çekişmenin temeli de budur.

İslâm’ın kendisinin o ya da bu yoruma, anlayışa uygun olduğu tartışmasına girmeden İslâm’ı oldukça yüzeysel denecek bir şekilde, birtakım “dışsal” göstergelerle tanıyan ve tanıtan kalabalık bir kesim olduğunu ileri sürebiliriz. Bu “Deizm” konusunun gündeme gelmesine yol açan, yatakta battaniyenin bedene değmesi –bedenin neresine değmesi?– gibi konularda verilen hükümler, bu dediğim eğilimin belki aşırıya kaçan örnekleridir.

Öte yandan bunların sonuç olarak biçimsel şeyler olduğunu söyleyen ve İslâm’ın manevi derinliklerine dikkat çekmek isteyenler olmuştur ve hâlâ vardır.

Bu çağda, asansörde iki kat arasında kaç saniye olduğunu hesaplayarak aynı asansördeki kadınla günah işleyip işlemediğimize karar veren bir tanrı kavramı ile kendi zihnindeki Allah anlayışını bağdaştıramayan –muhtemelen genç– insanlar olması da son derece doğal bir olgudur. Ama böyle bir fetvaya itiraz etmek için Deist olmaya da gerek yoktur.

Tartışılan konu ne olursa olsun, çözümün bir tarafın öbür tarafı susturması şeklinde tecelli edeceğine inanmam. Tartışmanın kendisinin sağlıklı olduğunu düşünürüm. İslâmcı bir partinin epey bir yıldır iktidarda olması Türkiye’de İslâmî düşüncenin konumunda da bazı değişiklikler yarattı. Bunların şimdiye kadar pek geçerli olmayan, tartışma konuları olduğunu da söyleyebiliriz. Bunlar yalnız inananları değil, inanmayanları da ilgilendiren konular ve inananlarla inanmayanların birbirlerine düşman olmadan tartışmaları da mümkün olmalı.

Bunun yolu, “Deizm sapıklıktır” türünden tavır almalarla açılmaz elbette.